Gölge Adam Söylencesi

Tanrıların insanlardan daha fazla olduğu dönemlerde, her yüce dağın zirvesindeki Tanrının kendisi güçlü göstermek için icat ettiği bir oyun vardı bir zamanlar. İnsanlara yaptıkları eziyetlerle eğlenen bu Tanrılar her eziyetin de sonsuz olmasına özen gösterirlerdi. Eğlenceler işkenceye, işkenceler sıradanlığa, sıradanlıklar boş zaman dinginliğine döndüğünde en büyük Tanrı isyan etti olan bitene. “Yeter” diye buyurdu. “Yeter hep aynı oyunlar yeter artık! Ya bana yeni bir oyun icat edersiniz ya da sizleri insanların yanına dost ederim!”. Büyük Tanrının tehdit ettiği diğer Tanrılar ister korkudan deyin isterseniz onların da sıkıldıklarını kabul edin yeni bir oyun arayışına girdiler.

Gölge Adam, işte bu korkunun var kaldığı bir oyun oldu o dönemde. Kuralı basitti, her insana birbirinin kopyası 3 gölge veriliyordu zamanın herhangi bir diliminde, gölgelerden birisi gerçekti güneşten gelen, diğer ikisi ise onun kopyalarıydı. Eğer insan denilen zavallı hangi gölgenin gerçek olduğunu tahmin edebilirse ölümsüz mutlulukla ödüllendirilecekti, eğer yanlış iki gölgeden birisini seçerse bu sefer cezası yerin yedi kat dibindeki yalnızlık odası olacaktı. Zavallı insancıklar, 3 gölge arasında çıldırıyorlardı doğruyu bulmak için. Ödül çok büyüktü ama onlar için asıl önemli olan cezanın büyüklüğüydü. Karar veremediği için aklını yitirenleri olduğu rivayet edilir bu oyunla ilgili. Üç gölgenin arasına çöküp saatlerce, günlerce ağlayanları da gördü topraklar, sürekli kararını değiştirenleri de. Çevreden yardım isteyenlere daha çok rastlantı ama başarıya neden olmadı bu çabalar hiçbir zaman. Bu oyun da o kadar sıkıcı olmaya başlamış ve yeraltı odaları hıncahınç dolmuştu ki, uzaklarda bir yerlerde abartısız bir adamın her seferinde doğruyu bulduğuna tanık olundu. Dedikodu efsaneye, efsane masala, masal meraka dönüştüğünde büyük Tanrı’nın her seferinde doğruyu bilen Gölge Adamı huzuruna çağırması gecikmedi. Tanrılar meraklı ve kıskanç büyük Tanrı ise ağaçların bile fısıldamaya başladığı bu masalı duymak zorunda kaldığı için öfkeliydi.

Gölge Adam huzura geldiğinde, büyük Tanrı ona büyük bir tiksintiyle ve kibirle baktı. “Sen!” dedi bütün haşmetiyle bağırarak, “Sen hangi hile ile, hangi yalan ile her seferinde doğru gölgeyi seçersin. Sen kimsin ki Tanrıların oyununda galip çıkarsın?”. Gölge Adam herhangi bir şey söyledi mi kimse bilmiyor, büyük Tanrının cümlesi bittiğinde yankılanan sesi o kadar uzun hüküm sürdü ki, bu dönemde sesi olan her canlı anlamsız kaldı, bütün sesler hırıltıya döndü. Yankılar bittiğinde Gölge Adam aynı yerde kıpırdamadan duruyordu, gözleri cam gibi keskin olan büyük Tanrı da onun karşısında.

Ve büyük Tanrı “Şimdi!” diye kükrediğinde bütün yıldızlar, güneş, ay ve bilmediğimiz onlarca gezegen yer değiştirdi. Yaşanan büyük karmaşadan korkan herkes gözlerini kapamıştı bile, gözler açıldığında gökyüzünün hiç olmadığı kadar çok güneşle dolu olduğunu gördüler. Her yönde güneş, her yönde ay, her yönde gezegenler ve aralarında süs gibi yerleşmiş parlak yıldızlar. Gökyüzünün bütün gezginlerinin aynı anda göründüğüne tanık oldu doğa. Yerde ise hiç gölge yoktu. Sadece Gölge Adamı çevreleyen belki yüz, olaylara şahit olanlarının anlattığına göre ise en az bin gölge vardı. Tek bir adam ve onun bin gölgesi. Hepsi silik, hepsi gri, hepsi hareketsiz ve hepsi gölge.

“Şimdi seç doğrusunu!” dedi büyük Tanrı, bir Tanrıda olmaması gereken ses tonuyla. “Hadi bakalım şimdi seç doğrusunu da görelim Tanrılarla ne kadar dalga geçebildiğini.”

Gölge Adam, gölgelerin arasında minnacık kalmış olan bu adam hiç tereddüt etmeden işaret etti gölgelerden birisini. “Bu” dedi kısaca. Tereddütsüz, kısa, ani ve iki harfli güvenli bir cevap: “Bu”. Cevabın kısalığına rağmen olan bitenin hiddeti uzun sürdü, orada olanlar yer ve göğün birbirine karıştığına tanık oldular. Her şey sakinleştiğinde hiçbir Tanrı yoktu geride, sadece Gölge Adam, onun tek gölgesi ve olan biteni korkuyla izleyen diğer insancıklar. Tanrılar gitmişti.

Ölüme Dokunanlar

Bazı insanlar güzel yaşarlar.
Acımasızdır ama güzel yaşayan insanlara daha çok yakışır ölüm.

Eşinin ardından hayata gözlerin yuman usta bir sanatçı Meral Okay, kendisini tanıyanların zihinlerinde tarifsiz bir acı bıraktı muhakkak. Biz tanımayanların boğazında ise koca bir yumru. Ölen her insana üzülürüz, doğaldır bu ancak bazı insanların kaybına üzülürken farklı bir şeyler hissedersiniz. Boğanızdaki o yumrunun içerisindedir cevabı da… çıkaracak gücümüz var mıdır acaba?

Aynı eşi Yaman Okay gibi, Meral Okay’ın da acelesi varmış ki dolu dolu yaşadı.

Tutku dolu bir adamdı” demişti Yaman’ının ardından, “tutku dolu bir adam“. Çok genç yaşta kaybettiği sevgisinin ardından onun da aklına gelmiştir mutlaka hemen ardından koşmak ölüme doğru. Belli ki bir şey durdurmuş Meral’i, yaşamaya devam etmiş, belli ki tutku dolu adamını o yokken de sevebilmek için yaşamayı seçmiş. Onun için demedi mi zaten “ölü birini sevmek çok zor” diye. Zordu, zordur… bundan kuşku duymak anlamsız, zordur ama ne güzeldir birini öldükten sonra bile sevebilmek. Yaşarken ikisi de birbirilerin hücrelerinde varolan Yaman ve Meral, Yaman terk edip gidince bu dünyayı Meral’de birleştiler belli ki… umarım şimdi de sonsuzlukta.

Aşk kendinden vazgeçme halidir demiş Meral Okay. Ne kadar güzel bir tanımlama. Bir başkası için ya da belki de “tek” olmak için kendinden vazgeçme hali. Halbuki yorucudur kendinden vazgeçmek, insan hep kendi hayatının ipleri kendi elinde olsun istemez mi? Kendisi olmak, kendi kararlarını kendisi vermek, kendisi başarmak ya da kendisi yenilmek istermez mi? İster. Güzel yürekli Meral’in bahsettiği vazgeçme bu değildir ki zaten. Bakın devamında ne der: “… kendi benliğini ezmeden ‘biz’ olma halidir aşk…“. “Biz olma hali”… tarihin her kıvrımında, romantik her adamın ve her kadının aradığı “biz olma hali”, “tek olma hali”, “çok olma hali”. Ölüme henüz dokunmaması gereken Yaman’ın ve Meral’in bize verdiği derstir bu oluşlar. Kalplerin hızlı atışından daha fazlasından bahsediyor ikisi de. Hayatta varolan iki farklı insanın tarihin ve zamanın belirsiz bir döneminde, bu absurd dünyanın saçma sapan bir köşesinde bir an için bile olsa “tek” olmaktan bahsediyorlar. Ne geçmişteki yaşamlar var bunun içinde ne de geleceğe yönelik planlar. “Tek” olabildiğiniz insan da “tek”tir, beğenseniz de beğenmeseniz de “tek”tir.

Sırf sen sevdiğin için her seferinde aynı çiçeği alan adamın tutkusudur bahsettiğimiz ya da sırf sen sevdiğin için parmak uçlarıyla yüzüne dokunan kadının narinliğidir, “tek olmak” her şeye inat “çok olmak”tır aslında. Yaman Meral için oldu bunu ve belli ki Meral de Yaman için. O yüzden ölüme dokunan bu güzel yüreklerin hikayesi boğazınızda bırakıyor koca bir yumru. Sadece ölümün karanlığı ya da korkusu değil içinizdeki, Orhan Veli’nin dizeleridir gözünüzün önündeki o hüzünlü sis:

Benim, bardağın , sürahinin ,
Önümüzdesin ; rengin uçmuş,
Bu ; eski , sevdiğim bir duruş
Elin , içinde benimkinin.

İçelim! Madem ömrümüz hoş
Geçmiş , tatmamışız ayrılık ;
Madem ne bardağımız kırık,
Madem ne sürahimiz boş.

Bir gün ikimizden birimiz
İçmek veya doldurmak için
Burada olmayabiliriz.

Yaşama ait her şeyi onarmak mümkündür; her korkutucu sorun eninde sonunda geçer gider. Her kötü anın mutlaka bir bitişi vardır. Yaman, Meral’e; Meral, Yaman’a kavuşabildikten sonra ölüme dokunmak bile güzeldir.

Bazı insanlar güzel yaşarlar.
Acımasızdır ama güzel yaşayan insanlara daha çok yakışır ölüm.