Deception (Şantaj)

Yönetmen: Marcel Langenegger
Senaryo:
Mark Bomback
Yapım Yılı:
2008, ABD
Oynayanlar:
Ewan McGregor, Hugh Jackman, Michelle Williams, Bruce Altman, Andrew Ginsburg, Stephanie Roth Haberle, Christine Kan, Dante Spinotti, Karalina Muller, Agnete Oernsholt, Melissa Rae Mahon, Rachel Montez Collins, Holly Cruikshank, Deborah Yates, Bill Camp,

Amerikan sinemasının en sevdiği konulardan birisi yoğun iş temposu altında sıkılan, bunalan ve sosyal ilişkilerini kaybeden insanların yaşamlarıdır. Türkçe’ye Şantaj ismiyle çevrilen Deception, hayatını hesaplar arasında geçiren bir muhasebeci olan ve arkadaşı olmayan Jonathan (Ewan McGregor) etrafında şekilleniyor. Bir akşam ofisinde tanıştığı Wyatt Bose (Hugh Jackman) ona bilmediği erotik bir dünyanın kapısını açar. Kendisi gibi yalnız olan ve uzun süreli ilişkiler için vakti olmayan kadınlarla tanışmaya başlar. Ancak kadınlardan birisi, S (Michelle Williams) onu derinden etkileyecektir…

Filmin kurgusu oldukça ilgi çekici. Yavaş yavaş artan gerilimi, tahmin edilebilir sonuna rağmen yine de etkileyici. Hugh Jackman, performansı ile ön plana çıkarken, Michelle Willliams‘ın da gizemli S rolü için harika bir seçim olduğunu eklemeliyim. Ewan McGregor, benim çok beğendiğim bir oyuncu değildir ama sanırım o da bu film için seçilmiş en uygun aday. Film, yönetmeninin ilk denemesi.

Çok büyük etkiler yaratacak bir film olmasa da, eğer TV’de karşılaşırsanız seyretmeden geçmeyin derim.

IMDB Sayfası

Goin’ South (Güneye Yolculuk)

Yönetmen: Jack Nicholson
Senaryo: John Herman Shaner ve Al Ramrus
Yapım Yılı: 1978, ABD
Oynayanlar: Jack Nicholson, Mary Steenburgen, Christopher Llyod, John Belushi, Richard Bradford, Veronica Cartwright, Jeff Morris, Danny DeVito, Tracey Walter, Gerald H. Reynolds, Luana Anders, George W. Smith, Lucy Lee Flippin, Ed Begley Jr, Maureen Byrnes,

Jack Nicholson‘un yönetmenliğini de yaptığı ender filmlerden birisi ve en iyisi. At hırsızı ve banka soyguncusu olan Henry Lloyd Moon sonunda Meksika sınırı geçmek üzereyken yakalanır. Bu kanun kaçağının (kaçığının) cezası bellidir, kasabada asılacaktır. Ancak, yasalar gereği eğer bir kadın onunla evlenmeyi kabul ederse bu ceza – başka bir suç işlemediği sürece – ertelenecektir. Kasabanın güzel bekarlarından olan Julia Tate (Mary Steenburgen), kendi altın madeninde yardımcı olacağı düşüncesi ile Henry Moon’u kendisine “koca” olarak alır.

Bizim kuşağımız çocukluğunda TRT’nin Pazar günleri verdiği Western filmleri izleyerek büyüdü. O zamanki oyuncaklarımız bile Kovboy – Kızılderili mücadelesini canlandırmamız için tasarlanmıştır. Doğal olarak bu fimlerde bolca silah sesi duyulur, bazen Kovboylar çoğunlukla da Kızılderililer hayatlarını kaybederlerdi. Goin’ South, 1978 yılında yapılmış olmasına rağmen zamanın moda Kovboy filmlerinden oldukça uzak. Öncelikle, hiç Kızılderili yok (çocukluğumda genellikle onları tuttuğum için bu ayrıntı benim için biraz hayal kırıklığı oldu açıkcası). Daha da önemlisi 2 – 3 sahne dışında hiç silah sesi duymuyorsunuz. İnce bir komedi ile işlenmiş güzel bir aşk hikayesi sunuluyor bize. Jack Nicholson‘u her yaşta izlemek çok büyük bir keyif. Buna ek olarak Mary Steenburgen‘in harika oyunculuğu ve duru güzelliği de filmi sıradanlıktan uzaklaştırıyor.

Çocukluk anılarınıza keyifli bir yolculuk için izlemelisiniz.

IMDB Sayfası

The Countess (Kontes)

Yönetmen: Julie Delpy
Senaryo: Julie Delpy
Yapım Yılı: 2009, Fransa ve Almanya
Oynayanlar: Julie Delpy, William Hurt, Daniel Brühl, Anamaria Marinca, Andy Gatjen, Sebastian Blomberg, Jack O. Berglund, Lukas T. Berglund, Sabine Firit, Jeanette Hain, Andre Hennicke, Lisa Hrdina, Charly Hübner, Jesse Inman, Justus Kammerer, Rolf Kanies, Nikoloai Kinski, Paula Knüpling, Wolfram Koch, Frederick Lau, Natascha Lawiszus, Robert Lyons,

Her canlı günün birinde ölür ve her şey yolunda giderse ölüm yaşlılıktan sonra gelir. Tarih boyunca bu gerçeği değiştirmek isteyenler dünya üzerinde kendileri için bir ölümsüzlük projesi bırakmaya çalışmışlardır. Sanat eserlerini yaratan sanatçılar, besteleri yüzlerce yıl dinlenen müzisyenler, ülkelerinin kaderini değiştiren liderler ve daha niceleri ölüme karşı hiç değilse sembolik olarak bir karşı duruş gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Tabii ki bu olumlu denemelerin dışında daha sapak (deviant), korkutucu, hatta şiddet dolu uygulamalar da tarihin çeşitli evrelerinde insanların karşısına çıkmıştır.

16. yüzyılda yaşamış olan Kontes Bathory, tarihin ilk seri katillerinden birisi olarak bilinir. Erzsebet (Elizabeth) Bathory (1560 – 1614), Macaristan’da yaşayan ve kendi Kralına borç verebilecek kadar da güçlü bir kadın. Yaşadığı dönemde Macaristan’a akın düzenleyen Türk’lere karşı yürüttüğü savaşlarla tanınıyor. Bu açıdan ve üzerine yapışmış olan “vampir” etiketiyle Kazıklı Voyvoda‘yı andırır. Bathory, kendisinden genç bir adama aşık olur ve onunla birleşememelerin nedenini ise kendi gençliğinin yavaş yavaş kaybolmasına bağlar. Gençliğini yeniden elde etmenin tek yolu vardır; bakire kızlardan elde ettiği kanlar ile cildini temizlemek ve bu sayede gençleşmek. Onun bu takıntısı, yüzlerce genç kızın ölümü ile sonuçlanacaktır.

Julie Delpy, filmin hem yönetmeni hem de Erzebet Bathory’yi canlandıran baş rol oyuncusu. Yönetmenlik için belki farklı şeyler söylenebilir ama şurası açık ki Bathory karakteri için Julie Delpy çok iyi bir seçim. Kendine has çekiciliği, yüzündeki “Balkan” kimliği ve karizması ile filmin en önemli ve en başarılı karakteri. Açıkcası aynı şeyleri diğer oyuncular için söylemem pek mümkün değil. William Hurt, örneğin, sadece filmde görünmesi için var gibi, Bathory’nin genç sevgilisi Istvan Thurzo’yu canlandıran Daniel Brüh çok sıradan bir oyunculuk gösteriyor. Belki de filmin en büyük problemi, kendi içinde fırtınalar barındıran Bathory gibi ilginç bir karakterin daha iyi işlenebileceği olasılığı. Film, bu açıdan yetersiz kalmış gibi görünüyor. Ancak, dönem filmlerini sevenler ve tarihin en ilginç “katillerinden” birisi olan Erzsebet Bathory’i hakkında bilgi sahibi olmak isteyenler için izlenebilir bir film.

Erzsebet Bathory hakkında ek bağlantılar:

http://bathory.org/
http://www.trutv.com/library/crime/serial_killers/predators/bathory/countess_1.html

IMDB Sayfası

10,000 BC (M.Ö. 10000)

Yönetmen: Roland Emmerich
Senaryo: Roland Emmerich ve Harald Kloser
Yapım Yılı: 2008, ABD
Oynayanlar: Steven Strait, Camilla Belle, Cliff Curtis, Joel Virgel, Affif Ben Badra, Mo Zinal, Nathanael Baring, Mona Hammond, Marco Khan, Reece Ritchie, Joel Fry, Omar Sharif (Anlatıcı), Kristian Beazley, Junior Oliphant, Louise Tu’u

M.Ö. 10000 yılında kendi halinde yaşayan ve avcılık sayesinde karnını doyuran bir kabile, kendisini bir dizi kehanet içinde bulur. Kabilenin baş avcısının, kehanetlerin peşinde gitmek için köyden ayrılması, kötü adamlardan kaçan mavi gözlü küçük kızın köye gelişi, avcının oğlu ve bu kız arasındaki aşk, büyümeleri, mamut avı… derken sonunda asıl kehanet adım adım gelir. Daha önce onlardan kaçmayı başaran küçük kız (artık büyümüştür) bu sefer ata binebilen ve gemileri olan kötü adamların eline düşmekten kurtulamaz. Doğal olarak filmin esas oğlanı da kızı kurtarmak için yola düşer…

Tipik bir yolculuk macerası. Hem konu hem de sahneler itibariyle zaman zaman Stargate ve Apocalypto filmlerini andırmıyor değil. Takip edilen kötü adamların niteliği filmi biraz Stargate tarafına çekerken, kabileler arası iletişim ve kovalamaca sahneleri Apocalypto tadını veriyor. Genel olarak heyecanlı, takip edilen, oldukça iyi tasarlanmış bir film. Ancak avcının süreki sinekkaydı olan yüzü, iyi hiçbir insana bir şey olmasın kaygısı rahatsızlık verici. Özellikle, filmin sonlarına doğru kötü adamların başındaki “Tanrı” ile karşılaşma tam bir hayal kırıklığı. Aslında hikayenin belki de zirve yapacağı bir yerken, nedense çok kısa geçilmiş. Karşılaşma sahnesinin de 300 Spartalı filmini hatırlattığını söylemeden geçemeyeceğim.

Ufak bir not: Kötü adamların fiziksel olarak Ortadoğulu insanlara benzemesi oldukça ilginç.

Bir Pazar günü için hoş bir seyir olur ama o kadar.

IMDB Sayfası

Wall.E

Yönetmen: Andrew Stanton
Senaryo: Andrew Stanton, Pete Docter
Yapım Yılı: 2008, ABD
Seslendirenler: Ben Burtt, Elissa Knight, Jeff Garlin, Fred Willard, John Ratzenberger, Kathy Najimy, Sigourney Weaver

Pixar Animasyon Stüdyosu‘nun animasyon filmleri izleyip duymayan herhalde yoktur. Büyük bütçeli, uzun yapımlar dışında kısa filmlerle de özellikle internet kullanıcıların yakından tanıdığı Pixar‘ın imzasını taşıyan Wall.E, günümüzden yaklaşık 700 yıl sonraki bir hikayeyi anlatıyor. İnsanlar çöpler ve çöplerin getirdiği hastalıklara başedemeyince kendilerini devasa bir uzay gemisine atarlar ve 700 yıl boyunca orada yaşarlar. Dünyada ise hareket eden iki şey kalmıştır: Bir hamamböceği ve küçük bir çöp öğütücüsü olan Wall.E. Wall.E, insanlara ait anılara özen gösteren ve onları toplayan bir robottur. Eski filmler, eski şarkılar, eski oyuncaklar kendisine ait “ev”de dikkatlice tasniflenir. Her gün Wall.E ve arkadaşı hamamböceğinin yaptıkları tek iş çöpleri toplamak, onların düzgün sıkıştırılmış kutular haline getirmek ve düzenlemektir. Bu hayat, uzay gemisinden canlı bitki bulmak için gönderilen başka bir robotun (Eve) dünyaya gelmesiyle bir aşk hikayesine dönüşür.

Pixar‘ın mükemmelliği üzerine söylenebilecek pek fazla bir şey yok. Ne kadar dikkatli bir izleyici olursanız olun animasyonda ne hareket, ne gölge, ne de kurgu hatası göremiyorsunuz. Bunun ötesinde başroldeki iki robotun sadece belirli sesleri çıkarması dışında bir diyalogları olmamasına rağmen mimikler o kadar başarılı kullanılmış ki; robotun o anda üzgün, kızgın ya da mutlu olduğunu kesinlikle hemen anlayabiliyorsunuz. Her açıdan teknik bir başyapıt niteliğinde.

Filmin hikayesi, gitgide teknolojiye ve biraz da tembelliğe boğulan insanların gelecekleri üzerine olası bir tahmini yansıtıyor. Hareket etmeyen hatta yürümeyi bile unutan insanlar, her şeyin “sanal” olduğu bir yeni dünya ve gerçekten sıkıcı bir hayat. Geminin kaptanının, otopilot robota söylediği bir cümle aslında her şeyin özeti gibi: “I don’t want to survive, I want to live.” | “Hayatta kalmak istemiyorum, yaşamak istiyorum.”

Sadece küçüklerin değil, büyüklerin de izlemesi gereken bir animasyon.

IMDB Sayfası