Entre Les Murs (The Class)

Yönetmen: Laurent Cantet
Senaryo: Laurent Cantet, Robin Campillo
Yapım Yılı: 2008, Fransa
Türkçe Adı: Sınıf
Oynayanlar: François Bégaudeau, Agame Malembo-Emene, Angelica Sancio, Arthur Fogel, Boubacar Toure, Burak Özyılmaz, Carl Nanor, Cherif Bounaidja Rachedi, Dalla Doucoure, Damien Gomes, Emeralda Ouertani, Eva Paradiso, Henriette Kasaruhanda, Juliette Demaille, Justine Wu

François Marin (François Bégaudeau) bir lisede Fransızca öğretmeni olarak çalışmaktadır. Çalıştığı okulun ve sınıf öğretmenliğini yaptığı 13 – 15 yaş aralığındaki gençlerin en belirgin özelliği farklı kültürlerden gelmiş olmalarıdır. Afrikalı, Çinli, Türk… pek çok öğrenciyi içinde barındıran okul her ne kadar genel olarak işlerini seven idealist öğretmenlerden oluşsa da, farklı kültürlülüğün getirdiği olası sorunların yanında akademik performans ve sınıftaki davranışlarla ilgili sorunlar olduğunda öğretmenlerin ödül – ceza sistemi konusundaki görüşleri farklılık göstermektedir. François Marin, sınıf içindeki kurallar konusunda prensipli bir öğretmen olmakla birlikte öğrencilerin gelişimleri açısından en iyiyi yapma konusunda isteklidir. Özellikle bu genç insanların kendilerini doğru bir şekilde ifade etmelerini sağlamak açısından elinden geleni yapar. Geri dönüşü olmayan sert cezaların karşısındadır ama asla sınıf için düzenin bozulmasına da izin vermeyecektir. Üstelik bunu yaparken kendisinin de kontrolü kaybetme olasılığı hiç de az değil.

Filmin neredeyse tamamı tek bir sınıf içerisinde geçiyor. Kısa aralıklı öğretmenle odası ve dış mekan çekimlerini saymazsak kendimizi hep aynı sınıfın içerisinde, öğrencilerin arasında görüyoruz. Böyle bir çekim tercihinin oldukça sıkıcı olabileceğini düşünebilirsiniz ancak yöntemin kendine has bir çekiciliği var. Öğrencilerin ifadeleri, aralarındaki diyaloglar ve kesinlikle iyi yansıtılmış iç dünyaları ile sahneler sıradanlığın dışına çıkıyor. Her bir hayatın birbirinden farklı ve zengin olduğuna işaret eden filmde bütün oyuncular kendi isimleri ile rol alıyorlar. Basit ama insanı derinden etkileme olasılığı olan bir okul filmi. Özellikle son sahnenin basitliği ve vuruculuğu dikkate değer.

IMDB

Tyrannosaur

Yönetmen: Paddy Considine
Senaryo: Paddy Considine
Yapım Yılı: 2011, İngiltere
Oynayanlar: Peter Mullan, Olivia Colman, Eddie Marsan, Paul Popplewell, Ned Dennehy, Samuel Bottomley, Sally Carman, Sian Breckin, Paul Conway, Lee Rufford, Robin Butler, Archie Lal, Julia Mallam, Fiona Carnegie, Piers Mettrick

Joseph (Peter Mullan), öfkeli, kendisini kontrol edemeyen, hemen hemen her sorunu kavga ederek ya da şiddet göstererek çözmeye çalışan orta yaşlı bir adamdır. Filmin açılış sahnesinde kendisini kontrol edemediği için çok sevdiği köpeğine attığı bir tekme ile ölümüne neden olur. Her nedense kötü bir adam olduğuna inanmadığımız Joseph’in karşısına çıkan Hannah (Olivia Colman) belki de onun kurtuluşu olacaktır. İlginç olarak Hannah’nın da başı kocası James (Eddie Marsan) ile derttedir. Tam anlamıyla antisosyal kişilik bozukluğuna sahip James, uyurken karısının üzerine işeyecek kadar kendini kaybedebilen, şiddet yanlısı hasta bir adamdır. İki adamın tam ortasında bulunan Hannah’ın Tanrı’ya olan büyük inancının onu ne kadar koruyacağını göreceğiz.

Filmin oyuncu seçimi harika. Her bir rol için seçilen isimler, özellikle Joseph rolündeki Peter Mullan ve James rolündeki Eddie Marsan, rollerine tip olarak da çok yakışıyorlar. Filmle ilgili en basit ve net tanımlama onun gerçekçi bir drama olduğudur. İlginç ve tuhaf süprizleri olmasına karşın aslında hergün yanından geçtiğimiz insanların hikayesini anlatıyor. Saldırgan, şiddet yanlısı ve öfke dolu Joseph’e hak vermeye başladığınızda filmin sizi kendi etkisi altına aldığından emin oluyorsunuz artık. Neredeyse desteklemeye bile başlayabilirsiniz. Özellikle Joseph’in küçük arkadaşı Samuel’in yaşadıklarını görünce, öfkenin geciktiğini bile düşünebilirsiniz.

Filmin ders verme kaygısı yok. Tahminen aynı iskelet konu bir Türk filminde kullanılsaydı, başından sonuna kadar bize öfkenin zararlarını anlatırdı. Tyrannosaur, öfkeyi öven bir film değil kesinlikle ama olabilirliği üzerine çok doğal mesajlar içeriyor. Filme adını veren büyük dinazorun Joseph’in ölen karısının lakabı olduğunu ekleyelim. Belki de afişte de anlatıldığı gibi Joseph’in yaşadığı her şeyin temelinde karısıyla yaşadıkları ve onun kaybının acısı vardır.

Acılar üzerine nefis bir drama, kaçırmamanız gerekir.

IMDB Sayfası

Çoğunluk

Yönetmen: Seren Yüce
Senaryo: Seren Yüce
Yapım Yılı: 2010, Türkiye
Oynayanlar: Bartu Küçükçağlayan, Settar Tanrıöğen, Nihal G. Koldaş, Esme Madra, Erkan Can, Feridun Koç, Mehmet Ünal, Cem Zeynel Kılıç, İlhan Hacıhafızoğlu

Tipik bir Türk ailesi. Milliyetçi muhafazakar hayat biçimini benimseyen, hali vakti yerinde bir müteahhit baba Kemal Bey (Settar Tanrıöğen), kendi kendine şikayet etse de evini çekip çevirmeye gayret eden bir anne Nazan Hanım (Nihal G. Koldaş) ve hayatını ne tarafa doğru yönlendirmesi konusunda karar veremeyen, tam anlamıyla “boş” bir yaşam süren ergen üniversite öğrencisi Mertkan (Bartu Küçükçağlayan) arasındaki ilişki çoğu insan tanıdık gelecektir.

Mertkan, kararsız, ürkek, ne istediğini bilmeyen ve duygularını ifade etmek konusunda cimri bir gençtir. Günlük rutinleri arasında sadece yemek yemek, bilgisayarda kendisini çok yormayacak oyunlar oynamak ve alışveriş merkezilerinde arkadaşlarıyla takılmak bulunan bu delikanlı politik olarak da keskin görüşlere sahip olmayan sadece hayatını yaşayan (sadece nefes alan) bir genç insandır. Hayatla ilgili bir planı olmamasının yanı sıra kendisine sunulan önerilere de itiraz edecek kuvveti bulamana çekingen bir karaktere sahiptir. Doğal olarak böyle bir karakterin babası ise tam aksine “iş bitirici”, otoriter ve duygusuzdur. Her ne kadar oğlunu sevdiğini hissediyor olsak da kendi dünya görüşüne o kadar kapatmıştır ki kendini alternatif hiçbir dünya onun kafasında zaten varolamaz. Bu nedenle oğlunun da kendisi gibi olmasını istemesi kadar doğal bir şey olmayacaktır.

Çaresiz Mertkan’ın hayatını değiştirebilecek tek şey karşısına çıkmakta gecikmez, Gül (Esme Madra). Mertkan Gül’ü sever ama Gül’ün sevgisi daha koşulsuz ve cesurdur. Mertkan ise karşısına çıkan ilk engelde kafasının karışmasına izin verecektir. Genç kızın Van’lı olduğunu öğrenen milliyetçi babanın öğüdü açıktır: “Bu kızı bırak”. Hayatından ilk defa farklı bir dünyanın var olduğunu gören, belki de ilk defa dolmuşa binmek zorunda bile kalan Mertkan için önünde iki seçenek vardır: Ya babasını dinleyip çoğunluğa katılacak ya da ne olursa olsun sevdiğin insanın peşinden gidecektir.

Çoğunluk, basit bir aşk hikayesinden çok daha fazlasını içeriyor. İnsanların nasıl robotlaşabildiğinin, çoğunluk dediğimiz o kirli kalabalığın bizi nasıl engellediğini, aslında aldığımız kararların bize ait olmamasını nasıl gözden kaçırdığımızı tüm çıplaklığı ile gözler önüne seriyor. “Böyle olmasını istiyorum” yalanını ne kadar rahat söylediğimizin güzel bir örneği anlatılan hikaye. Aile, kültür, din vb. değerlerin elimize ender geçen fırsatları kaçırmamıza nasıl neden olduğunu abartısız bir dilde anlatıyor. Bu açında Çoğunluk, rahatsız edici bir film. Yalınlığı nedeni ile size nerede olduğunuzu ve kim olduğunu bir kere daha hatırlatıyor.

Filim baba – oğul rollerini oynayan Settar Tanrıöğen ve Bartu Küçükçağlayan göz kamaştırıcı bir performans sergiliyorlar. Çok doğal oynamalarına ek olarak rolleri onlara çok yakışmış. Filmde iki kusur var: (1) genelde Türk filmlerin ortak sorunu olan sahne atlamalar (ani geçişler ve boşluklar) ve (2) yardımcı rollere başrollerdeki özenin gösterilmemesi. Oldukça dar bir kadro kullanılması filmin gücünü azaltmış diye düşünülebilir. Ancak genel olarak seyredilmesi ve arşivde bulunması gereken bir film.

IMDB Sayfası
Filmin Resmi İnternet Sitesi

The Tree of Life

Yönetmen: Terrence Malick
Senaryo: Terrence Malick
Türkçe Adı: Hayat Ağacı
Yapım Yılı: 2011, ABD
Oynayanlar: Brad Pitt, Sean Penn, Jessica Chastain, Hunter McCracken, Laramie Eppler, Tye Sheridan, Fiona Shaw, Jessica Fuselier, Nicolas Gonda, Will Wallace, Kelly Koonce, Bryce Boudoin, Jimmy Donaldson, Kameron Vaughn, Cole Cockburn

2011 yılında birbirinden ilginç filmlere imza atıldı; özellikle yaşam – varoluş – ölüm temalarını işleyen ve bunları biraz da deneysel sinemanın bir uzantısı olarak seyirciye yansıtan bu filmlerin başında The Tree of Life (Hayat Ağacı) geliyor. Filmin yarattığı duyguyu size kısaca aktarmaya çalışayım:

a. Film başlıyor ve ilk 10 – 15 dakika acaba doğru bir film mi seçtim seyretmek için diye düşünüyorsunuz. Genel bir durgunluk ve o durgunluğun içindeki karmaşıklık sizi seyretmeme yönünde teşvik ediyor.

b. Tam “bunu en azından bugün seyretmeyeyim” diye hamle yapmak üzerineyken birdenbire inanılmaz bir görsellik karşınıza çıkıyor. Tekrar koltuğunuza oturup soluksuz bir şekilde evren ve dünya ile ilgili muhteşem görüntüleri seyrediyorsunuz. Neredeyse belgesel tadındaki bu görüntüler sadece güzel değiller, aynı zamanda çok da gerçekler. O andan itibaren ilk 15 dakika ile şimdi gördüklerinizi birleştirmeye çalışıyorsunuz – çalışıyorsunuz diyorum çünkü bu biraz bilmece gibi.

c. Daha sonra bir aile yaşantısının tam içine düşüyorsunuz; otoriter bir baba, güzel huylu bir anne ve 3 erkek çocuk. Bu çocuklardan birinin 19 yaşına geldiğinde hayatını kaybedeceğini filmin başında size söylüyor yönetmen. Anne – baba ve çocuklar arasındaki ilişkilerin anlatımı gerçekten çok başarılı. Ergenliğe geçişteki isyanlar, kardeşlerin birbirini gözetmesi, zaman zaman kıskançlıklar ve daha birçok özellik anlatılırken, bir yandan da ölüm kavramı sık sık hatırlatılıyor.

Film tam bir varoluş filmi. Her ne kadar hemen hemen bütün deneysel filmlerde olduğu gibi bazı soruların cevabı yönetmenin kafasında saklı kalsa da dikkatle izlendiğinde üzerinde konuşulacak çok şey var. Tahminen seyreden herkesin farklı noktalarına takılacağı ama genel olarak da yalıtılmışlık ve anlamsızlık gibi varoluşçu kaygıların ortaya çıkartılacağı sahnelerin olduğu etkili bir yönetmen filmi.

Anne rolündeki Jessica Chastain‘den özellikle bahsetmek gerekir diye düşünüyorum. Oyuncu seçiminin çok önemli olduğunu herkes biliyor ve bunu sıklıkla vurguluyorum ben de. Bu filmde anne rolü için seçilen Jessica Chastain tek kelimeyle olağanüstü bir seçim. Sadece rolün hakkını verdiği için değil aynı zamanda fotoğrafik olarak da oynadığı role mükemmel bir uyum sağlıyor. Brad Pitt ve Sean Penn gibi isimlerin ne kadar kuvvetli olduğunu hesaba katarsanız, onun isminin ön plana çıkıyor olmasının değeri daha çok anlaşılır.

Seyreden herkesin keyif alacağını söylemek çok zor olur ama bence denemeye değer. Çok sıkılırsanız seyretmeme şansınız her zaman var. Özellikle psikoloji / varoluşçu psikoloji gibi konulara ilgi duyanların kaçırmaması gereken bir film.

Filmin Resmi İnternet Sitesi
IMDB Sayfası

A Separation

Yönetmen: Asghar Farhadi
Senaryo: Asghar Farhadi
Orijinal Adı: Jodaeiye Nader az Simin
Türkçe Adı: Bir Ayrılık
Yapım Yılı: 2011, İran
Oynayanlar: Peyman Moadi, Leila Hatami, Sareh Bayat, Shabab Hosseini, Sarina Farhadi, Merilla Zare’i, Ali-Ashgar Shanbazi, Babak Karimi, Kimia Hosseini, Shirin Yazdanbakhsh, Shabanu Zolghadr, Mohammadhasan Asghari, Shirin Azimiyannezhad, Hamid Dadju, Mohammad Ebrahiminian

2012 En İyi Yabancı Film dalında Oscar ödülü kazanan İran yapımı A Separation, gerçeklik kavramının ön plana çıktığı bir film. Hem filmin ana temasında doğrular, yalanlar ve gerçeklik var hem de film baştan sonra çok “gerçek”. Belki de bu yüzden insanı hemen içine alan, yavaş yavaş hüzün ağırlıklı insani bütün duyguları yaşamasını sağlayan, belki biraz yavaş tempolu ama dolu bir film.

Nader (Peyman Moadi) ve Simin (Leila Hatami) boşanma arifesinde olan çifttir. Simin, kızları Termeh (Sarina Farhadi) için daha iyi hayat koşullarının olduğu yabancı bir ülkenin (ülkenin adı verilmez) uygun olduğunu düşünür ve hep beraber oraya gitme niyetindedir. Nader ise Alzheimer olan babasını yalnız bırakamayacağını söyleyerek bu isteği reddeder. Bu anlaşmazlık nedeni ile boşanma kararı alan çiftin yeniden barışabilmesi umuduyla Termeh babası ile kalır çünkü annesinin o olmadan yurtdışına gitmeyeceğini biliyordur. Simin’in evden ayrılmasıyla gündüzleri büyükbabaya bakmak için Razieh isimli bir kadından (Sareh Bayat) para karşılığı yardım alınır ve ondan sonra işler karışır. Büyükbabanın ufak bir yaralanma geçirmesi, hamile bir kadının çocuğunu düşürmesi, mahkemeler, sorgulamalar, gerçekler ve yalanlar derken kendimizi bir anda İran’da buluruz.

Filmin muhalif bir yapısı yok. Genelde İran sinemasında, özellikle yurdışında ilgi gören filmlerde bu mualif yapıyı sıklıkla görürüz. A Separation, bu açıdan farklı bir film. Rejime karşı ufak göndermeler olmakla birlikte propaganda içermiyor. Kadın ve erkek olmanın İran’da ne demek olduğuna dair işaretler verilirken, kendi kültürünü de güzel tanıtmaya çalışan bir film izlenimi edindiğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Filmin o gerçekçi yapısı çok etkileyeci. Abartılı sahneler, gösterişli diyaloglar ya da sıradışı davranışlardan ziyade herhangi bir gün herhangi bir yerde olabilecek insanların sıradan ama onlar için hayati öneme sahip hikayeleri çok akıcı bir şekilde beyazperdeye aktarılmış. İnatçı baba Nader çok başarılı. Filmin tamamını o götürüyor dersek çok haksızlık olmaz sanırım. Baba – kız ilişkisi de çok sıcak ve güzel aktarılmış.

A Separation, doğruluk ve dürüstlük üzerine ahlaki açıdan çok fazla sorgulama içeriyor. Filmdeki tarafların kendi dünyalarında aradıkları “doğru”nun, diğer insanların “doğruları”yla çatıştığı yerler başarılı bir şekilde işlenmiş. Neyin önemli olabileceği konusundan kendi kendiniz sorgularken bulursanız şaşırmayın, filmin bu açıdan büyülü bir havası var.

Film, kendisine yakışan bir sonla bitiyor. Abartısız ama merakta bırakan bir son.

IMDB Sayfası