Children of Men

Yönetmen: Alfonso Cuaron
Senaryo: Alfonso Cuaron, Timothy J. Sexton, David Arata, Mark Fergus, Hawk Ostby ve P.D. James (roman)
Türkçe Adı: Son Umut
Yapım Yılı: 2006, ABD, İngiltere
Oynayanlar: Julianne Moore, Clive Owen, Chiwetel Ejiofor, Juan Gabriel Yacuzzi, Michael Caine, Mishal Husain, Rob Curling, John Chevalier, Rita Davies, Charlie Hunnam, Kim Fenton, Danny Huston, Chris Gilbert, Phoebe Hawthorne, Rebecca Howard

Yıl 2027. Dünyanın hemen her tarafı yıkım içerisinde; savaşlar, fakirlik, terör, sağlık sorunları ve bütün bunlar yetmezmiş gibi nedeni bilinmeyen bir kısırlık. 18 yıldır tek bir hamilelik bile yaşanmamış durumda ve insan ırkı tamamen yok olmayla karşı karşıya. Her nedense yaşanabilen tek yer olan İngiltere de bile hergün yollarda insanlar terör yüzünden hayatını kaybediyor. Bir yanda yokluk ve sefalet çeken mülteciler, diğer yandan devlet ve onların karşısında mültecilere daha insani yaşam koşulları sağlanması için çabalayan aktivistlerin mücadelesi… ve üstelik tamamen yok oluşa doğru giden insanlık…

Bu karmaşanın içerisinde bir anda ortaya çıkan hamile bir kadın ve onu korumak için hayatını tehlikeye atacak olan kendi halinde bir adamın hikayesi Türkçeye “Son Umut” olarak çevrilmiş. Gerçekten de insanlık için son umut, bu kadının sağlıklı bir doğum yapabilmesi ve bu sayede Human Project konusunda çalışan bilim insanlarının halihazırdaki yokoluş sürecine müdahale edebilecek bilgilere sahip olması. Tabii bütün bunların olabilmesi için hem kadının hem de karnındaki bebeğin güvenliğinin öncelikli olarak sağlanması gerekiyor.

Children of Men, oldukça yüksek tempolu bir film. Bütün dünyayı saran kısırlığın nedeni hakkında bize bir ipucu verilmiyor (ya da verilemiyor) ama hiç bir yeni doğumun olmadığı bir dünyanın yaratabileceği stres ve kaygı çok iyi işlenmiş. Filmin en kuvvetli iki yönü figuran zenginliği ve zaman zaman değişen kamera kullanımları. Çatışma sahnelerin bir kısmındaki aktüel kamerayı andıran gerçekçi görüntüler filmin etkisini artırmış. Görece kısa rolleri olan Julianne Moore ve Michael Caine zenginleştirici karakterler olarak ortaya çıkıyorlar. Finale yakın bölümlerin ve hatta finalin farklı şekillerde düşünülmesi belki mümkün olabilirdi ama bu hali ile de ilgi çekici bir film. Binlerce canlı türünün yokolduğu dünyada ara sıra bizim de tümden yok olabileceğimi düşünmek hoş bir zihinsel egzersiz.

IMDB Sayfası

Sevgili Annem | Mektup

Sevgili Annem,

Anneye yazılan bir mektup için anneler gününden daha iyi bir zaman olur mu emin değilim. Bunlar zor mektuplar olduğu için belki de özel gün arıyoruz ister istemez. Ne olursa olsun bugün senin günün ve ben de yanında olamasam da hiç değilse bu şekilde ulaşıyorum sana.

Anneler çocuklarını ne olursa olsun severler değil mi?
Anne olmak, baba olmak zaten böyle bir sevgiye mahkum olmak değil midir? Ne yaparsa yapsın seversin senden olanı, sana benzeyeni, sen olanı. Dünya yıkılsa, o dünyayı yıksa yine de evlat bir tanedir annesi için. Belki de o yüzden tam zamanında aklına gelir arar onu, “bir şeyler yanlış gidiyor” önce anne tarafından hissedilir. Dağların tepesinden süzülen karar bulutları önce anneler görür, orada olsa da görür olmasa da görür. “Bir şey var bu çocukta” diye etrafına dert yandığında anne de bilir gerçekten bir şey var olduğunu, çocuk da. Anne olmak bu yüzden zordur. Hissetmektir. Görmektir. Duymaktır. Herkesten önce, her şeyden önce yaşamaktır.

Sigara böreğinin çıtırdamasıdır anne olmak.
Masanın üzerindeki dantel örtüdür.
Tabak tabak doyurmaktır anne olmak.
Her şeyiyle sevmektir.
Yazın üşümesinden korkmaktır çocuğunun.
Gurur duymaktır.
Sevmektir.
Onun için ondan fazla üzülmektir.

Gönül yarasını ilk çektiğinde oğluna sarılmaktır çaresizce.
Son yarayı görüp konuşamamaktır.
Oğlunun sevdiği her kadını, kızının sevdiği her adamı sevmektir… kim olurlarsa olsun.
Gerçekten sevdiğinde belli etmektir. Kaybı gördüğünde ise susmaktır anne olmak.

Temizlik kokusudur anne olmak.
Elma turtanın üzerindeki özenli kafeslerdir.

Zordur anne olmak. Benim annem olmak daha da zordur. Sevgisini ya hiç ifade etmeyen ya da bütün dünyaya çığlık çığlığa bağıran bir adamın annesi olmak zordur. Hiç konuşmadık bunu seninle ama evet her seferinde doğru zamanda aradın beni. Her aradığında gözyaşımı silip açtım telefonu, her aradığında tam zamanıydı. Her aradığında iyi geldi sesini duymak. Her aradığında yalnızlıktan aldın bir parça.

Zordur anne olmak.
Ne kitapla olur ne defterle.
Ne kağıtla ne kalemle.
Anne olmak yürekle olur, saf bir yürekle.

Anneler günün kutlu olsun.

Fireflies in the Garden

Yönetmen: Dennis Lee
Senaryo: Robert Frost, Dennis Lee
Yapım Yılı: 2008
Oynayanlar: Ryan Reynolds, Willem Dafoe, Emily Watson, Carrie-Anne Moss, Julia Roberts, Ioan Gruffudd, Hayden Panettiere, Shannon Lucio, Cayden Boyd, George Newbern, Chase Ellison, Brooklynn Proulx, Diane Perella, Natalie Karp, John C. Stennfeld

Here come real stars to fill the upper skies,
And here on earth come emulating flies,
That though they never equal stars in size,
(And they were never really stars at heart)
Achieve at times a very star-like start.
Only, of course, they can’t sustain the part.

Robert Frost

Yukarıdaki kısa şiirin anlattığı büyük bir filmden bahsedeceğiz. Tiyatro ve sinema oyuncularının sık sık kullandıkları bir cümle vardır: “Küçük rol yoktur” derler. Oyunculuğun sahnede ne kadar uzun göründüğünüzle değil de performansınızla ilgili olduğunun güzel bir tanımıdır bu söz. Türkçe’ye Bahçemdeki Ateş Böcekleri olarak çevirebileceğimiz bu filmde, büyük oyunculuğun ne demek olduğunu gösteren performanslara şahit olduğumuzu rahatlıkla söyleyebilirim. Örneğin, filmin tamamında toplamda 30 dakika kadar görünen Julia Roberts, kendisinin neden Julia Roberts olduğunu bize her yönüyle kanıtlıyor. Kısa ama önemli bir rol ve oldukça kuvvetli bir performans. Filmde benim en çok ilgimi çeken ise başrollerdeki Ryan Reynolds ve yardımcı kadın oyunculardan Hayden Panettiere oldu. Çünkü şimdiye kadar her iki oyunucuyu da “çıtır – çerez” diye nitelendirilebilecek filmlerde gördük, en azından ben ilk defa bu iki ismi gerçekten zor roller altında gördüm. Her ikisinin de kusursuz oynadığını söylemek pek de abartı olmayacaktır.

Anne, baba, çocuklar ve teyzeleri arasında geçen bu güzel hikaye, oldukça trajik bir sahneyle açılıyor. Herkesin (ya da her şeyin) birbirine bağlantılı olduğunu kanıtlamak istercesine annenin (Julia Roberts) ölümüne neden olacak bir trafik kazası, sonradan tam bir iç hesaplaşmaya ve daha da sonrada bir karşılıklı hesaplaşmaya dönüyor. Bu cümleye bakarak psikolojik bir dramla karşı karşıya olduğumuzu sanmayın. Genel olarak psikolojik hesaplaşmaların yoğunlaştığı, ders veren filmlerden hep uzak durmuşumdur. Belki de sosyal psikolog olmanın bir sonucu olarak, yönetmenleri psikolojik “abuklamalarına” hiçbir zaman tahammül edemiyorum. Fireflies in the Garden, böyle bir film değil. Psikolojik motiflerle süslendiğini inkar edemem ama en azından size ders vermeye çalışmıyor. Sadece olan biteni aktarıyor, kimden ne kadar ve nasıl etkileneceğiniz tamamen size kalmış. Baskıcı, mükemmelliyetçi bir baba, çocuklarını korumak konusunda zaman zaman çaresiz kalan bir anne, babasına duyduğu nefreti ondan daha başarılı olmaya çalışarak dizginleyen bir oğul, başkalarının kurallarına gülüp geçerken kendisi de kuralların içinde boğulan bir teyze… ve çocuklar. Neredeyse hareketsiz diyebileceğimiz bir film olmasına rağmen hem yönetmenin hem de oyuncuların sıradışı performansları sizi ekranın karşısına kilitliyor. Küçük çocukların da nefis oynadığını hemen ekleyelim.

Firefilies in the Garden, hangi hayatı, kimin için yaşadığını ve buna değip değmediğini merak edenlere acı bir ilaç gibi gelecektir.

Filmin IMDB Sayfası