Özgecan

Madde madde neler yapılması gerektiğini mi sıralasam
yoksa, içimden geçenleri ardı ardına buraya döksem mi?

Belki de neden hiç umudum kalmadığımı hızlıca, bir seferde, tek kalemde yazıp, yazmayı tümden bitirmeliyim… ya da üzerime yapışan umut verme rolümün gereğini yapıp olmayan çözümleri, hep olan sorunlara hiçlikten çıkarıp var etmeye çalışmalıyım.

O da olmazsa lanet okuyabilirim, en küçüğünden en büyüğüne, tek göz odalı evden saraylara kadar söyleyecek çok şey bulabilirim rahatlamak için. Rahatlamak… tüm aradığımız bu değil mi kaç gündür? Sonsuza kadar kayıp olanı yerine koyamayacağımız için aldığımız nefesi rahatlatmak için uğraşmıyor muyuz? Yaşayabilmek, yarın sabah uyanabilmek için mecburuz. Yarın sabaha uyanmaya mecbur muyuz, onu bilmiyorum.

Televizyonlar, gazeteler, internet… Hepsinin sesini aynı anda kesmek ve yaşananla tek başımıza kalmak iyi olurdu. Yanında olup duymadık ama yardım isteyen, canı yanan, kurtulmaya çalışan bir insanı duymamak için diğer seslere bakıyoruz şimdi. Çünkü biliyoruz ki, o sesler olmazsa bir tek O’nun sesini duyacağız. Hiçbir yürek, hiçbir akıl o sese dayanacak güçte değil şu anda. Belki de o yüzden O’nun sesini, değersizlerle bastırmaya çalışıyoruz.

Yukarıdaki bütün cümleler O’nun sesini bastırmak için.
Duymak istemediğimden değil, duyup bir şey yapamadığım için.
Bundan sonrakine de, ondan sonrakine de bir yapamayacağımı bal gibi bildiğim için.

“Bıçakladım… ölmediğini anlayınca defalarca başına levye ile vurdum” diyor. Bak o’nun sesi çıkıyor, duyuyorsun… duymamak istiyorsun ama ne mümkün. Masanın altına düşürdüğün ekmek kırıntısı alıp, kalkarken masaya başını çarptığında ne kadar acıdığı geliyor aklına. Sonra o’nu dinliyorsun “… defalarca… vurdum…” diyor. Acıyı duyma şansın yok, O’nun çığlığı zihnine ulaşamıyor, ulaşırsa yaşayamazsın. Ulaşırsa bu dünyayı yakman gerekir. Ulaşırsa yok edersin ve yok olursun. O yüzden zihnin engelliyor duymanı.

Bütün acılar O’nda toplanıyor… diğer çocukların biriken bütün acıları O’nda toplanıyor.
Bak, adını bile başlığa yazmayı en sona bırakıyorsun; bir yanın bırakamıyor O’nu, haksızlık hissediyorsun; bir diğer yanın ise kendi canının derdinde bakmamaya çalışıyor.

O’nun hakkında çok güzel şeyler yazıldı, çok güzel şeyler yazılıyor ve çok daha güzel şeyler yazılacak. Sesini duymadan yazılacak her şey, aynı bu satırların yazıldığı gibi.

Ö-z-g-e-c-a-n öldü.
O’nu öldürdüler.
Sessiz sedasız ölmedi ÖZGECAN, sana, bana, bize seslenerek öldü. Biz duymadık, duyamadık, duyamazdık… duymayacağımızı, duyamayacağımızı bile bile seslendi yine de hepimize.

O sırada neredeydik ki?
Ne yapıyorduk ki?
Niye duymadık ki?

Peki şimdi duyuyor musun?