Manon Lescaut

Yazan: Giacomo Puccini
Sahneye Koyan: Murat Göksu
Orkestra Şefi: Alessandro Cedrone
Dekor: Nihat Kahraman
Kostüm: Gazal Erten
Işık: Tahsin Çetin
Oynayanlar: Sema Cal, Arda Aktar, Hüseyin Likos, Mithat Karakelle, Barış Yanç, Volkan Şen, Cem Akyüz, Ayşe Özkan, Levent Akev, Haser Tek, Erdem Gedik

Puccini’nin klasik kadın kahramanlarından Manon’un yine klasikleşen acılı aşk hikayesinin anlatıldığı Manon Lescaut operasının benim izleme şansı bulduğum hali açıkcası biraz hayal kırıklığı yarattı. Opera ile ilgilenen sanatçılar, operanın her zaman dekorundan kostümüne, ışığından sahnedeki aryalara kadar bir bütün olduğunu ve bu nedenle de görsel bir şölen olarak izlenmesi gerektiğini söylerler. Bu tanım benim çok hoşuma gitmekle birlikte seyrettiğim temsilde bunların çok az bir kısmını bulduğumu üzülerek yazmak durumundayım. Öncelikle dekor tam bir hayal kırıklığı; özellikle 2. perdede beklediğiniz muhteşem salon yerine pek de iyi seçilmemiş bir sandalye ve paravan dışında hiçbir şey göremiyorsunuz. Diğer perdelerde de durum aşağı yukarı aynı. Sahneye hakim olan açık mavi / soğuk tonun da etkisi ile de dekor sıradandı. Kostümler için bir şey söylemek kolay değil ama en azından etkili bir görüntü olmadığını paylaşabilirim.

Asıl sorun ise rol dağılımında; genç bir şovalye olarak beklediğiniz Des Grieux (Hüseyin Likos) ile Manon Lescaut (Sema Cal) arasındaki uyumsuzluk hemen dikkati çekiyor. Özellikle Des Grieux’un Manon’u teselli etmek için ona sarılıp yerden kaldırmaya çalıştığı anlar izleyicide sıkıntı yaratıyor. Ses renkleri ile ilgili olarak hiçbir olumsuzluk belirtemeyeceğim bu iki sanatçının bireysel performanslarının değil aralarındaki uyumun problemli olduğu yanlış anlamalara neden olmamak için bir kere daha yenilemek isterim. Kısacası yanlış rollere yanlış kişiler yerleştirilmiş izlenimi uyandı bende.

Perde kapandığında seyircilerden gelen alkışların tutkusuzluğu aslında her şeyin bir özeti gibiydi: Tutkulu bir eser ama sıradan bir oyun.

Bu yorum, oyunun 13 Şubat 2009 tarihinde Ankara Opera Sahnesi’ndeki temsili referans alınarak yapılmıştır.

Bayazıt

Yazan: Jean Racine
Çeviren – Uyarlayan: Başar Sabuncu
Yöneten: Bengisu Gürbüzer Doğru
Oynayanlar: Ozan Umut Çobanoğlu, Nur Yazar, Bengisu Gürbüzer Doğru, Cengiz Uzun, Gökçe Yurtsal, H. Ebru Gülerarslan, T. Revşan Genç, Ahmet Çökmez, Nevra Sayar, Çağatay Çiftçi, Duygu Işıl Yücel, Yalın Kuleyin, Eren Özyalçın, Yaşar Özboz, Berfu Kılıç, Osman Batur Keser, Şerife Kızılbağlı

Roksan’ın (Bengisu Gürbüzer Doğru) IV. Murat (Gökçe Yurtsal) ve kardeşi Bayazıt (Ozan Umut Çobanoğlu) arasında yürüttüğü dehşet verici iktidar mücadelesinin anlatıldığı oyun özellikle güçlü sahne ve ses düzenlemeleri ile dikkati çekiyor. Bengisu Gürbüzer Doğru’nun Roksan rolündeki performansı izlemeye değer; saçının her teline kadar iktidar istediğinin resmedildiği bir saray kadınını nefis canlandırıyor. Güçlü, tutkulu, zaman zaman duygusal ama yeri geldiğinde de korkunç derecede acımasız bir kadını izliyoruz sahnede.

Başka bir oyunda olsa çok göze batabilirdi ancak bu oyunda baş roldeki kadın oyuncunun ağırlığının diğer oyunculardan biraz daha fazla olması yerinde olmuş. Bengisu Gürbüzer Doğru’ya eşlik eden Ozan Umut Çobanoğlu (Bayazıt) da rol için çok uygun bir seçim. Sahnede hiçbir diyalog olmasa da Roksan’ın gücünü ve Bayazıt’ın ne yapacağını bilemez halini her iki oyuncunun da yüz hatlarından hissedebiliyorsunuz. Bu nedenle, öyküsü kadar oyuncuların performansı ile de ön plana çıkan bir oyun.

Konya Devlet Diyatrosu tarafından sahneye konan bu oyun da seyredilmesi gerekenler arasında.

Bu yorum, oyunun 30 Ekim 2008 tarihinde Ankara Akün Sahnesi’ndeki temsili referans alınarak yapılmıştır.

Çılgın Dünya

Yazan: Lope de Vega
Çeviren: Adalet Cimcoz
Yöneten: Barış Erdenk
Oynayanlar: Hüseyin Baylan, Cem Zeynel Kılıç, Ebru Evren, Özlem Gür, Esat Tanrıverdi, Mustafa Çolak, Deniz Keyf, Edip Kamacı, Özgür Titiz, Nedim Salman.
Müzisyenler: Fatih İş, Ercan Işkıncı, M. Mekin Çetin, Faysal Ertaş, Dilşan Aslan, Yusuf Barış Uzun, Yener Şahin, Başak Mordoğan.
Müzik: Engin Bayrak
Şarkı Sözleri: Yunus Emre Gümüş

Ankara seyircisi sanata ve sanatçıya her zaman özel özen göstermiştir ama doğruya doğru biraz zor beğenir. Özellikle Ankara dışından gelen tiyatro gruplarının performanslarına biraz daha eleştirel bir gözle bakar. Eh… ben de bir Ankara’lı ve bu özelliklerden nasibini almış bir insan olarak seyrettim Van Devlet Diyatrosu tarafından sahneye konulan Çılgın Dünya‘yı. Tek perdelik oyunun sonunda size hiç abartmadan söylüyorum bütün seyirciler ayakta alkışlıyordu. Çılgın Dünya‘yı bu kadar mükemmel kılan neydi peki? Benim fikrim şöyle:

(1) Oyuncuların çok detaylı ve dikkatli bir prova dizisi geçirdikleri her hallerinden belliydi. Sadece diyaloglara değil hareketlere de çok bağlı olarak süren oyunda oyuncuların tek bir hatası bile olmadı. Riskli diyebileceğimiz sahne kullanımlarında bile gerçekten üstün bir performans gösterdiler. Kısacası çok iyi hazırlanmışlardı.

(2) 1500 civarında oyunu olduğu söylenen 16. – 17. yüzyılın önemli İspanyol yazarlarından Lope de Vega’nın bu oyunu eski olmasına rağmen kimin ne kadar ve kime göre deli olduğunu sorgulaması bakımından hala çok güncel. Lope de Vega’nın kendisine de küçük bir rol verdiği bu oyun onun kendi ağzından “Şu delilere bakın. Bütün gördüğünüz ne? Bir kaç salyalı ağız… Dalgın, durgun bakışla… Belki çocuklaşmış insanlar, hepsi bu kadar. Bu muyuz biz? Bizi bir korku gözetler… Nereden geldiği bilinmeyen bir korku… Yalnız bulunca da atlar üzeremize, gelir yüreğimizin üzerine çöreklenir, soluk alamayız… Kolları, bacaklarıyla dolanır boğazımıza. Sıkar sıkabildiği kadar… Duyuramayız sesimizi bağıramayız çünkü… İşte delilik böyle bir şey…” cümleleri ile başlıyor ve yaklaşık 90 dakika boyunca sizi size anlatıyor. Oyunda Lope de Vega Hüseyin Baylan tarafından canlandırılıyor.

(3) Engin Bayrak oyunun müzikleri ve Yunus Emre Gümüş de bu müziklere eşlik eden nefis sözleri ile oyunu tamamlıyor. Dikkat çekici bir başarısı var her ikisinin de. Müzikle ilgili bir ufak alkış da Ebru Evren, Özlem Gür ve Deniz Keyf için; üçünün de sesi birbirinden farklı ve harika.

Klasik tiyatro bitiş notu: Mutlaka ama mutlaka seyredin.

Bu yorum, oyunun 03 Şubat 2009 tarihinde Ankara Şinasi Sahnesi’ndeki temsili referans alınarak yapılmıştır.

La Boheme – G. Puccini

Yazan: Giacomo Puccini
Sahneye Koyan: Flavio Trevisan
Orkestra Şefi: Tulio Gagliardo Varas
Dekor – Kostüm: Savaş Camgöz
Işık: Fuat Gök
Koro Şefi: Alessandro Cedrone
Oynayanlar: Şenol Talınlı, Arda Aktar, Esin Talınlı, Tuncer Tercan, Bülent Ateşoğlu, Cem Beran Sertkaya, Sevinç Sayın, Levent Aker, Oğuz Sırmalı, Volkan Şen, Erdem Gedik

Puccini’nin (1858 – 1924) dünya prömiyerini 1896 yılında gerçekleştirdiği 4 perdelik operası La Boheme inanılmaz dekor ve kostümleri ile ilk kez 1945 yılında Ankara’da Türk seyircisinin önüne çıkmış. Perdenin kalkması ile birlikte ilk sahneden sonuna kadar La Boheme‘in tutku dolu, hüzünlü hikayesinin içinde buluyorsunuz kendinizi.

1. Perde Şair Rodolfo (Şenol Talınlı) ile ressam Marcello’nun (Tuncer Tercan) Paris’teki evlerinin çatı katındaki fakirlikle başlıyor. Çatı katının diğer evsahipleri filozof Colline (Bülent Ateşoğlu) ve Schanuard (Arda Aktar) ile birlikte bu dörtlü kirasını ödeyemeyen, açlık çeken ve soğuk Paris kışında ısınmak için kendi eserlerini bile yakmak zorunda kalan arkadaştır. Şenol Talınlı’nın sesinin ben maalesef ilk kez dinleme şansına bu oyunda erişebildim ve kesinlikle çok etkilendiğimi söylemeliyim. Bu güçlü ve temiz Tenora eşlik eden baş yardımcı aktör rolünde olduğunu söyleyebileceğimiz Bariton Tuncer Tercan’ı da unutmamak gerekiyor. Diğer perderlerde de olduğu gibi ilk perde de ayağa kalkıp alkışlamak istediğiniz iki gizli kahraman ortaya çıkıyor: Dekor ve kostüm tasarımlarıyla Savaş Camgöz ve hatasız ışık kullanımı ile Fuat Gök. Perdenin sonunda ise şiir gibi bir Soprano karşınıza çıkıyor; Rodolfo ile aşk yaşayacak olan narin Mimi (Esin Talınlı).

2. Perde, Puccini’yi beğenmeyen (belki de kötülemek isteyen) diğer sanatçılar tarafından zamanında çok eleştirilmiş ve “yüzkarası” olarak nitelendirilmiş. Tabii perde kalkınca bu nitelemenin düşmanlıklardan ve kıskançlıklardan kaynaklandığını hemen anlıyorsunuz. Çünkü 2. perde eserin en renkli sahnesi. Bir anda sahnede onlarca kişiyi hele bir de büyükleri gibi rollerinin hakkını vermek için heyacan yaşayan çocukları gördüğünüzde etkilenmemek mümkün değil. Sahnenin her köşesinde ayrı bir hikaye yaşanıyor, gerçekten de mükemmel bir kadro. Ayrıca 2. perde sizi başka bir aşk hikayesi ve diğer Soprano ile de tanıştırıyor: Ressam Marcello’nun eski sevgilisi Musetta (Sevinç Sayın) ortaya çıkıyor. Onun duru ve neşeli sesi ile bir kere daha büyüleniyorsunuz.

3. ve 4. Perdeler Rodolfo ile Mimi arasındaki aşk hakkında ve acıklı bir sona doğru sizi hazırlıyor. Bu son iki perde de operanın her şeyini hissediyorsunuz; müzik, aryalar, hareketler, duygular, dekor, ışık,… hepsi bir anda ve bir arada kuvvetli finale doğru ilerliyor.

Bizlere nefis bir gece yaşatan, tam anlamıyla sanat ziyafeti sunan herkese yürekten teşekkürler.

Bu yorum, oyunun 21 Ocak 2009 tarihinde Ankara Opera Sahnesi’ndeki temsili referans alınarak yapılmıştır.

Kibarlık Budalası

Yazan: Moliere
Uyarlayan: İpek Kadılar Altıner
Yöneten: Hakan Altıner
Oynayanlar: Haldun Dormen, Ebru Cündübeyoğlu, Tarık Papuççuoğlu, Atılgan Gümüş, Özlem Çakar, Abdül Süsler, Elif Çakman, Dilek Aba, Oral Özer, Erez Ergin Köse

Kuvvetli bir kadroya sahip Kibarlık Budalası hakkında yazmak için epey bir bekledim sanırım. Genelde kendi Blog sayfama eklediğim tiyatro eserleri hemen her zaman “mutlaka izlemelisiniz” mesajı içeriyor. Hatta bu konuda sevgili tiyatro arkadaşım bana pek bir gülüyor. Bu nedenle Kibarlık Budalası hakkında yazmak için çok bekledim. Hem oyunu kaleme alan Moliere gibi bir dev hem de başrolde Haldun Dormen gibi büyük bir isim var. Lafı çok dolaştırmayacağım, oyunu beğenemedim. Beğenmek için kendimi samimiyetle zorladım ama olmadı. Her ne kadar zevkli ve oldukça eğlenceli bir konu olsa da, cimri bir derinliğe sahip diyaloglar canınızı sıkıyor. Ebru Cündübeyoğlu’nun hevesli oyunu bile kurtarmıyor açıkcası ve – nasıl yazacağımı bilemiyorum ama – Haldun Dormen çok yoruyor. Sanırım tecrübeli tiyatroculara egemen olan ortodoks anlayış, metnin dışına asla çık(a)mama, doğaçlamadan uzak kalma, oyuncunun diyaloglarını zorlama yapıyor. Cümleyi tam olarak hatırlamayıp, geriye dönüp baştan alması belki sanatsal ve etik olarak doğrudur ama seyreden açısından ketleyici. Kısacası yardımcı rollerin ön plana çıktığı, baş rolün ise geri planda kaldığı bir oyun. Bu sefer “mutlaka izlemelisiniz” diyemiyorum.

Oyun hakkında bilgi.
Tiyatro Kedi Internet Sitesi.

Bu yorum, oyunun 18 Kasım 2008 tarihinde Ankara Şinasi Sahnesi’ndeki temsili referans alınarak yapılmıştır.