Lev Tolstoy – Hacı Murat

1852 / 1991, E Yayınları, 253 s.
Çeviren: Leyla Soykut

 

… Bir küme oluşturan bu Tatar çiçeği üç saptı. Bunlardan birinin üst kısmı koparılmıştı, sapın geri kalan kısmı koparılmış bir el gibi sarkıyordu… Belliydi ki bütün kümenin üzerinden bir araba tekerleği geçmişti. Çiğnenen bitki kümesi sonra yeniden doğrulmuştu. Belki biraz yan duruyorsa da, ne olursa olsun, duruyordu ya!.. Sanki vücudundan bir parça koparmış, barsaklarını deşmiş, elini kırmış, gözünü oymuşlardı da,o gene çevresindeki bütün canlı kardeşlerini yok eden insana teslim olmamıştı!.. Ona karşı hala dimdik duruyordu…

Özgür yaşamanın önemli bir erdem olduğuna inanan Tolstoy’un zihnindeki en büyük sıkıntılardan birisi ölümün belirsizliğiydi diyebiliriz. Ne zaman, nerede ve nasıl öleceğini bilememek, yıllar sonra Albert Camus’nün “absurd” diye nitelendireceği yaşamda en ciddi problem olarak karşısında duruyordu Tolstoy’un. Bütün eserlerinde ölümü sıradan ve gereğinden fazla normal bir şekilde anlatıyor olması benim aklıma onun da aslında ölüm fikriyle başetme konusunda oldukça savunmacı olduğunu hissetiriyor. Ne olursa olsun, Tolstoy yaşamın kendi içindeki renklere değer veren, özgür olmanın önemli olduğunu bize hatırlatan ve hayatın diğer insanların varlığıyla değer bulduğunu (ya da değersiz hale geldiğini) anlatmaya çalıştı. Bu yüzden roman kahramanları hep ayrıntılarla dolu oldu, her biri yaşamın içinde önemli – ama ölümlü – kişiler olarak karşımıza çıktı. Belki de Tolstoy’un vermek istediği mesaj, nasıl olsa öleceğimize göre, ne için öleceğimiz seçmemiz gerektiğidir. Öldükten sonra farkeder mi sorusu akla gelebilir ama yine de korkakların ölümüyle cesur olanların ölümleri arasında kendilerinden sonra gelenler için bir anlam mutlaka vardır.

Hacı Murat, Şeyh Şamil’in yanında yer alan korkusuz bir Kafkas savaşçı, din bilgini, cesur bir lider. Daha sonra arası açılacak olan Şamil’e kıyasla daha sessiz, daha kendine buyruk bir lider. Hacı Murat, artık düşman olduğu Şamil’in elindeki ailesini kurtarmak için Ruslara sığınır ve onlara savaşta yardım edeceğini söyler. Zor bir karardır bu. Bir yandan kendi inançları ve dünyaya bakış açısı nedeni ile Ruslardan aslında hoşlanmamakta ama diğer yandan ailesini kurtarmanın tek yolunun da bu olduğunu bilmektedir. Hergün yeni kararlar almak zorunda kalan ve zaman zaman kendi hayatını riske de atan Hacı Murat, düşmanlarının bile saygısını kazanmasına, bütün Kafkasya’ya nam salan cesaretine rağmen yine de yalnız bir adamdır. Kendisine sadık olan adamlarını saymazsak gerçek anlamda yalıtılmıştır. Ailesini kurtarmak gibi bir hedefi olmasa büyük ihtimalle bu dünyada neden varolduğunu düşünmek zorunda kalacaktır.

Hacı Murat kitapta çok abartılı, insanüstü bir kahraman olarak aktarılmıyor. Tam tersine normal, sıradan bir insan ama istekleri konusunda oldukça kararlı. Her kararı doğru olmasa da tek başına olduğu için zaten başka bir şansı da yok. Kitap onun hikayesini bize anlatırken aynı zamanda farklı dünyaların varlığını da gözümüzün önüne seriyor. Bir tarafta açlık, sefalet ve ölüm varken diğer yanda saraylar, eğlenceler, güzel kadınlar hayatlarını sürdürüyorlar. Bunlar Hacı Murat‘ın da dikkatini çekiyor ama onun için herkesin kendi dünyası doğru dünyadır. Bu yüzden ne ayıplıyor ne de tuhafına gidiyor.

Romanın çok eğlenceli olduğunu söylemek pek doğru olmaz. Hatta zaman zaman çok durağan bir havaya bürünüyor. Olayın kasvetli havası sayfalara da bir ağırlık bulaştırmış gibi. Yine de çok canlı. Romandaki her kahramanı görmüş gibi oluyorsunuz, özellikle Hacı Murat sadece canlı değil çok tanıdık da geliyor size. Sayfalar ilerledikçe onun için endişelenmeye başlıyorsunuz, her ne kadar o her sayfada ailesini kurtarmak için daha ümitli olsa da siz olan biteni dışarıdan gören okuyucu olarak aynı iyimserliği paylaşamıyorsunuz. Ne olduğunu kitabın sonuna saklayalım…