2008 (1939), Can Yayınları, 232 s.
Çeviren: Eray Canberk
Duvar (Le Mur), İspanya İç Savaşı sırasında Franco yanlıları tarafından yakalanan ve idama mahkum edilen bir Cumhuriyetçinin kendi ölümünü beklediği gece yaşadıklarını anlatıyor. Aynı odanın içerisinde, ertesi sabahki idamlarına kadar bir arada kalmak durumunda olan 3 adamın ölüme bakışları oldukça farklıdır. Juan, tam bir teslimiyet ve keder içerisindeyken, Tom ölümü kabullenemek istemeyen bir yarı-isyankardır. Kahramanımız Pablo ise beklediği ölümü, hatta neredeyse tercih ettiği bu durumu kabullenen ve sorumluluğunu alan bir rolde karşımıza çıkar. Doğal olarak onda da korkunun izleri vardır ve bu izlere çevresindeki nesnelerden yabancılaşma da eklenir. Sadece ölümü değil diğer bir önemli varoluşçu kaygıyı, yalıtımı / yalnızlığı da yaşayan Pablo, ölümü ve sevgilisi arasındaki ilişkiyi çok net tanımlar: “… Concha ölümümü öğrenince ağlayacaktı. Aylarca içinden yaşama isteği gelmeyecekti. Ama ölecek olan bendim… Şu anda bana baksaydı bakışı gözlerinde kalır, bana kadar ulaşamazdı. Yalnızdım…“. Ölümü kabullenmeye (çaresizlik içinde değil, doğallıkla) yönelik cümleleri de en az diğerleri kadar anlamlı: “… İnsan ölümsüz olma hayalini yitirince ha birkaç saat, ha birkaç yıl beklemiş, aynı şey…“. Bu dikbaşlı adam, kendi bekleyen gerçek sondan habersizdi kuşkusuz.
Kitapta, Oda, Herostratos, Özel Yaşam ve Bir Yöneticinin Çocukluğu isimle dört öykü daha var. Bütün bu öykülerin ortak noktası olan varoluş kaygıları, öykü biçiminde aktarılırken, bu akımın öncülüğünü de yapıyor. Sartre ve onun öyküleri açıkcası pek çok varoluşçu felsefe metninden daha yalın ve açık bir biçimde varoluşun prensiplerini ve sorularını ortaya koyuyor. Doğal olarak bu öykülerin amacı bir şeylere yanıt bulmak değil, daha çok yeni sorular sormak.