2009 (1886), İş Bankası Yayınları, 704 s.
Çeviren: Mazlum Beyhan
İlk olarak 1866 yılında yayınlanan Suç ve Ceza, edebiyat dünyasının temel taşlarından birisi olara karşımıza çıkıyor. Dostoyevski‘nin o eşşiz anlatımı ile doludizgin giden romanda, dünyada olup bitenler konusunda kendi yapabilecekleri ile ilgili olarak düşüncelere dalan Raskolnikov’un işlediği bir cinayet ve daha sonra bu cinayetin yansımaları konu ediliyor. Raskolnikov, sıradan bir cinayet işlememektedir; asıl amacı toplum için “zararlı” olan birisini öldürerek, dünyaya bir iyilik yapabilmektir. Belki de bu nedenle, cinayetin önemsenmesi, soruşturulması ve kendisinin zanlı olarak sıkıştırılması onu öfkelendirir. Bu sırada çevresiyle, özellikle annesiyle ve kız kardeşiyle olan ilişkilerde sorunlar yaşayan Raskolnikov, kendi iç hesaplaşmasını (asla pişmalık değil) çok iyi yansıtan bir karakter.
Roman 1866 yılında yazıldığından ne psikolojideki kişilik kuramları ne de kriminoloji alanındaki gelişmeler, bu kitabın yazılmasına yardım edecek düzeyde değildi. Diğer bir ifadeyle, Suç ve Ceza başından sonuna bir suçlu profili çizerken, bu profilin hatasız ve abartısız yapısı çok etkileyici. Dostoyevski‘nin edebi dehası hakkında çok fazla bir şey söylemeye gerek yok herhalde ama en azından şunu belirtmem de fayda var: Diğer eserlerinde olduğu gibi Suç ve Ceza‘da da, karakterle çok dolu ve canlı. Diyaloglarda onların sesini duyar gibi oluyorsunuz. Her bir karakterin diğerinden bağımsız, kendine has bir ritmi var. Bu nedenle, konuşanın kim olduğu söylenmese bile bu ritm sayesinde onun kimliğini anlayabilirsiniz.
Suç ve Ceza, okunması iyi olacak bir kitap değil; okunması şart olan bir kitap.