Sevgili Gökyüzü | Mektup

Sevgili Gökyüzü,

Sana yazmak için güzel bir gün bugün. TV’deki sunucuların “parçalı bulutlu” dedikleri durumdasın. Parça parça ve bulutlu… ve aynı zamanda açık, ve mavi, ve parlak ve eskisi gibi. Evsahipliğini yaptığın büyük bir bulut parçasını oradan oraya koşturmanı seyrediyorum aralardan görebildiğim kadarı ile. Hafif bir grilik seni esir almak ister gibi.

Ama…

Ama o kadar büyüksün ki. Griler kayboluyor içinde, siyahlar yok oluyor sessizce, maviler artıyor, renk renk, ton ton, ışık ışık dört bir yana uzuyorsun. Sanki her şeyi ve herkesi sarmak için acelen var gibi, sanki bugün olmazsa başka hiçbir gün olmaz gibi. Koskoca gökyüzü çocuk gibi seviyor sardığı her şeyi. Üstelik her gün, her saat, her dakika… tek bir an bile pes etmeden, tek bir an bile bıkmadan, tek bir an bile planlamadan. Sırf sen istediğin için sarmalıyorsun her şeyi yeterince cesur, yeterince çok, yeterince renkli.

Gece olduğunda, sevgili Gökyüzü, rengin siyaha solacak maviden. Önce lacivert olacaksın siyaha yakın, sonra kaçınılmaz siyah gösterecek şu anda sakladığın parıltıları. O siyah da sana ait olacak, aynı diğer renkler gibi. Sana ait ve senden olacak. Gece olduğunda da ben sana aynı bakıyor olacağım bu yüzden, tek tek yıldızları saymaya çalışacağım, bir yerde mutlaka karıştıracağım sayıyı, yeniden ve yeniden, tekrar tekrar sayacağım. Ta ki istediğim yıldızı bulana kadar tek tek hepsine bakacağım. Gece olunca, sevgili Gökyüzü, ben de sana katılacağım. Gece ikimizin olacak, sadece sen ve ben… seyircisiz, seyredensiz, seyredilensiz olacağız. Ben yine sana konuşacağım, sen yine beni dinleyeceksin.

Herkesin sırrına sahip Gökyüzü, kederin düştü bugün toprağa, tam da yerinde, tam da zamanında. Bilemedim ben, biten bir üzüntünün son damlaları mıydı onlar yoksa yeni başlayan bir çaresizliğin ilk işaretleri mi?… Bilemedim ben. Bilemediğim pek çok şey gibi, bunu da bilemedim. Bilememe rağmen seçtiğim her yol gibi sen de nereye düşeceğini bilemeden mi ağladın?

Sevgili Gökyüzü, tam şu anda uzanmalısın.
Sevgili Gökyüzü, tam şu anda doldurmalısın boşlukları.
Sevgili Gökyüzü, tam şu anda… tam da burada.

DK

Sevgili Demir | Mektup

Sevgili Demir,
Sevgili kunduz oğlum,

Bu sana ilk mektubum değil. 18 yaşına geldiğinde alacağın bir mektubu bundan 4 yıl önce yazmıştım sana. Orada neler yazdığımı inan hatırlamıyorum şu anda, ama 4 yıl önce neler yaşandığını anlattığımı biliyorum. Ne olursa olsun doğruyu bil diye o gün, ilk gün, senin yokluğuna alışmak zorunda olduğumu anladığım ilk saat yazmıştım. 2018 yılında sana mutlaka sana bir ileten olacaktır o mektubu ve içindeki küçük hediyeyi. O sadece sana özel bir mektup. Bu ise herkesle paylaşabileceğim…

Sana neden kunduz diyorum hep biliyor musun? Çünkü kunduzlar en zeki kemirgenlerdir. Bütün çocuklar babaları için bir tanedir ve en zekidir ama biliyor musun senin bir farkın var, sen gerçekten zeki bir kemirgensin. Ve bütün çocuklar babaları için kahramandır, sen tersini söyleyenlere kulak asma, onlar hazır cümlelerle konuşuyorlar. Babalar değil onların çocuklarıdır kahraman olan… ve sen benim kahramanımsın.

Şimdi uzaktasın. Birlikte yaptığımız şeyleri artık yapamıyoruz. Günlük ritüellerimizi gerçekleştiremiyoruz. Hayat garip bir şey kunduzum, büyüdükçe daha çok anlayacaksın bunu. Hayat çok garip, her şeyi kontrol etmek isterken aslında hiçbir şeyi kontrol edemiyorsun. Zaman geçtikçe her şey bozulur, öyle de oluyor. Sen okula giderken her sabah sen uyuma numarası yapardın ve her sabah ben seni gıdıklamak zorunda kalırdım. Sonunda pes edip kalktığında gömleğini giydirmek ve senin en çok korktuğun o sulu öpücükle sonlandırmak üşenmeden her hafta, her gün yaptığımız bir törendi. Çok güzel kokardın oğlum. Sen gittiğinde geride kalan 1-2 parça kıyafetini sırf bu nedenle kokular göç edene kadar yıkamadım hiç. Bir insanın kokusu onun her şeyidir, bunu öğreneceksin büyüdüğünde. Herkesin farklı koktuğunu, her kokunun aynı şeyi hissetirmediğini yaşayacaksın. Birgün birbirinizin kokusuna aşık olmanın ne demek olduğunu da anlayacaksın. Birgün bu mektubu yeniden okuduğunda yanında sevdiğin kadın olacak. Birbirinize sarılıp okuyacaksınız bu mektubu, eğer sen de bana benzeyeceksen ağlamaya başladığın cümle burası olacak ve o sevdiğin kadın sana sarılıp seninle birlikte ağlayacak. Sevdiğin kadının yanında bir kere daha okurken bu mektubu, bak ona güzel oğlum. Gözlerinin içine bak. En içeriyi görene kadar bak, gör onu, o da görsün seni. Bırakmayın birbirinizin ellerini. Başka hiçbir insanın görmediği şeyleri görüyorsun ya orada, işte doğru kadın O demektir. Bırakma O’nu. Bu, sevgili oğlum, en güzel ağlaman olacak; inan bana.

Babalar sürekli öğüt verir. Yazmaya başladıktan beri bunu yapmayayım diyorum ama olacak gibi değil, bir kere baba olunca mecbursan öğütlerini sıralamaya. Sevgili Demirim, hep tutkularının peşinden git, hep istediğin şeyleri yap, sevdiklerin için her şeyi yap… kaybetmekten de korkma, acı çekmekten de, çaresiz kalmaktan da. Bu saçma sapan dünyada kendin için yapabileceğin en iyi şey hissetmektir. Sakın bundan korkma. Başkaları ne der diye düşünme, gerektiğinde bütün dünyayı karşına al, yeter ki kalbinden sevgiyi eksik etme. Sakın ama sakın kalbin soğuk kalmasın, asla mantıklı olacak değil istemediğin şeyleri yapma. Bir an önce büyümek için elindekileri kaybetme. Ve sev güzel oğlum. Ben senin nasıl sevdiğini, daha ufacıkken bile kalbinin ne kadar büyük olduğunu biliyorum. Çevrendeki kötülere inat sevdiğin insanların adını arabanın buğulu camına yazarken gördüm seni ben. Tehlikeli olduğunu bile bile yaptın bunu. Ufacık kalbin kocaman sevgi dolu hep. Hep öyle kalsın. Sakın pes etme.

Babalar sevgi hakkında pek öğüt vermez biliyorum, onlardan beklenen başarı öğütleridir, derslerdir, vatana millete hayırlı evlat olmaktır. Benim bunlarla ilgili öğüdüm yok güzel gözlü oğlum, bunların hepsini sen nasıl istiyorsan öyle yapacaksın. Ne ben ne başkası karışamayacak, karışamaz. Ve her baba kendi yapabildiklerini öğütler, kendi doğruları anlatır… benim doğrum da bu. Dünyayı karşıma alma pahasına da kimi nasıl seveceksem öyle sevdim, sana da öğüdüm aynısı olacak. Üstelik acı çekeceğini bilerek öğütleyeceğim bunu.

Günün birinde ben yanında olmayacağım. O gün geldiğinde benim gibi kokuyor olduğunu hatırla. Sana bırakabileceğim tek şey bu olacak çünkü. Boşver gerisini, boşver sana anlatılacak olanları, şimdi ve ileride beni tanıman için her şey bırakıyorum sana. Ne kötü şeyler söyleyecek olanlara kız, ne de iyi şeyleri abartanları dinle. Sadece şunu bil canım oğlum, her şeyi kontrol edemedim ama kimse değiştiremedi senin bana benzemeni. Sen benim ölümsüzlüğüm oldun.

Bana getirdiğin magnette yazdığı gibi: “Herkes baba olabilir ama babişko olmak herkesin harcı değildir.”

Sevgili Anneanne | Mektup

Sevgili Anneanne,

Çok yıl geçti senin kaybından bu yana. Bazı kayıplar vardır hiçbir zaman alışamazsın ya, işte senin kaybın da onlardan birisi. Okuma yazma öğrendiğimde, kargacık burgacık kelimelerle sana yazdığım ilk satırlardan bu yana 35 yıl geçti, senin kaybından bu yana da 20 yıl. Aradaki dönemde en çok sana mektup yazdım. Bazen Diyarbakır’dan, bazen Yozgat’tan, bazen Samsun’dan… senin Ankara’dan gönderdiklerini de bu yerlerde okudum. İlk daktilo ile mektup yazmayı denediğimde de kullandığım daktilo senin yeşil daktilondu. Senin evinde, senin yanında, sana mektup yazdım ben.

Bir kere mektup yazmak sana yeterli gelmediği için sesinin kaydedip göndermiştin, mektubun sesliydi. Ne kadar yaratıcı bir kadındın sen. Her zaman ilginç fikirlerin, fikirde kalmayan eylemlerin olurdu. Sana hitap ettikleri gibi tam “Kontes” asaletiyle yapardın üstelik yaptığın her şeyi. “Kara gözlü kuzum” diye sesleniyorsun bana o kasetten, şimdi tekrar dinlemek o kadar zor ki. O zamanlar bilmiyorduk ki anneanne zamanın geçeceğini, ben zannediyordum ki hep çocuk kalacağım, sen hep kırmızıya boyadığın saçlarınla yanımda olacaksın ve birbirimize kara gözlerle bakıp konuşacağız. Ben hep zannediyordum ki sadece senin yanında koca bir adam gibi hissedeceğimi, ne bileyim gerçekten büyüyüp koca bir adam olacağımı. Kimse sormadı ki bana büyümek ister misin diye. Hep zannediyordum ki Aşağıayrancı, Güz Sokak’taki evin mutfağında sen bana kurabiye yapacaksın ben de sana sokaktaki çocukları anlatacağım. Her seferinde sordun bana “tatlı mı yapayım, tuzlu mu?” diye ve ben her seferinde “tuzlu olsun tuzlu” diye diretirdim senin şeker hastası olduğunu bildiğim için ve her seferinde senin gözlerin nemlendi sanırım. Ve tabii ünlü “Zeki Müren köftesi”, hiç kimsenin aynısını yapamadığı cızbız köfte.

Ölmeden 3 gün önce seni gördüm hastanede, kanserdin. Bana dedin ki “Mevlana ile ilgili bana bir şey getir, bana kendimi iyi hissetiriyor”. Dediğini yaptım, ufak bir Mevlana biblosu aldım sana ama hastaneye getiremedim bir türlü. Çok lazımmış gibi yüksek lisans tez önerimi hazırlamam gerekiyordu. Hiç unutmuyorum, sabah 5 civarı ben hala bilgisayarın başında yazıyordum, o gün gidip sunum yapmam gerekiyordu. Telefon çaldı. Saat 5’te ne zaman iyi bir haber için çalar ki telefon zaten, açmadım, babam uyandı, telefona gitti, açtı… kısaca “Tamam” dedi. Yanıma geldi gözleri dolu doluydu, “anneanneni kaybetmişiz oğlum” dedi. Hiçbir şey yapamadım, yazmaya devam ettim. Okula gittim, tez önerimi sundum, dışarı çıktım, ODTÜ’nün yemekhanesine giderken birkaç merdiven vardır, onların en üstüne oturdum ve deli gibi ağlamaya başladım. Geçen herkes bana bakıyordu, umurumda değildi. Sen tanıyorsun beni anneanne, ağlamaktan hiç korkmadım ben. Ne 4 yaşında ne 40 yaşında, ne zaman ağlamak istediysem ağladım. O gün beni tanıyan birileri durdurana kadar ağladım, cebimde sana getiremediğim o küçük biblo ile birlikte. Daha sonra camii de kırıp atacağım biblo. Hayatımdaki en büyük pişmanlıktı onu sana getirememek, acaba getirebilseydim, daha o gün bana ilk söylediğinde hemen koşup alıp gelseydim acaba birkaç gün daha yaşar mıydın anneanne? Acaba mümkün olur muydu bu?

O kadar çok acaba var ki hayatımda. Acaba sen hala yaşıyor olsaydın her şey daha kolay olur muydu? Aslında bunun cevabını biliyorum, olurdu tabii… her şey çok farklı olurdu. Şimdi kaç yıl sonra neden bu mektubu yazdırıyorsun bana bilmiyorum, sen seslenmeye inanırdın. Kendini hiç dindar birisi olarak tanımlamadın ama Mevlana’ya ve onun Tanrı’ya olan aşkına hayrandın. Bazen ölümle ilgili konuşulduğunda bana hep seslenecek gücünün olduğunu söylerdin. Şimdi o güç müdür bana bu mektubu yazdıran.

Yanımda olmana ihtiyacım var anneannem. Özledim seni.

Doğan