2008 / 20011, Ayrıntı Yayınları, 191 s.
Çeviren: Funda Uncu
Hem yayınevi hem de çevirmen için açılan davalarla gündeme gelen Ölüm Pornosu (Özgün Adı: Snuff), karanlık yazar Chuck Palahniuk’a ait. Kitabın adını Türkçe’ye çevirirken Ölüm Pornosu koymak çevirmenin fikri miydi bilemiyorum ama harika bir tercih. Hem “ölüm” ve “porno” gibi potansiyel okuyucuyu kendisini çeken kavramlar kullanılmış hem de anlatılan hikaye için yazarın seçiminden bile daha iyi bir isim bulunmuş.
Porno kraliçesi Cassie Wright, kariyerinin sonlarına yaklaşırken tek filimde 600 erkekle birlikte olarak bir dünya rekoru kırmak ister. Bu garip ve korkutucu rekor denemesi için ona yardımcı olarak 600 erkek arasından üçü, Bay 72, Bay 137 ve Bay 600 gözünden orada olup biten her şey anlatılır. Eksik kalan kısımları da Cassie Wright’ın asistanı Sheila tamamlayacaktır.
Porno endüstrisi gerçek bir endüstri. Özellikle internet kullanımı ile birlikte hemen hemen bütün ülkelerde pornografik sitelerin ziyaretçi siteleri ilk sıralarda yer alıyor. DVD’ler, oyunlar, oyuncaklar ve aklınıza gelebilecek her türlü nesnelerle birlikte bu endüstri oldukça büyük bir ekonomik güce sahip. Palahniuk, gerçek bir yaşam kesitinden hayali kahramanları kullanarak bahsediyor. Kitabın doğal olarak sert bir dili olmasına rağmen pornografik diyemeyiz, okuyucu tahrik etmek gibi bir amacı yok ya da gözünüzün önünde sahnelerin canlanması gibi kaygısı da yok. Çok farklı bir hikayeyi, insanların yaptıkları tercihleri, pişmanlıkları, hayatı anlamlandırma çabalarını oldukça sıradışı bir mekan içerisinden anlatıyor. Bu açıdan bakıldığında kitap dahice bir kurguya sahip. Okurken rahatsız olabileceğiniz çokca detay da var kuşkusuz ama bu detaylardan bir kısmı özellikle eski Hollywood filmleriyle ilgili olanlar oldukça ilgi çekici. Örneğin Marilyn Monroe’nun ayakkabılarından bir tanesinin topuğunu azıcık kısaltarak yürüyüşünü “daha seksi” kılması ilk defa duyduğum bir ayrıntıydı.
Film çekimi sırasında asistanın söylediği numaraya göre içeri girecek olan 600 adamın aynı mekanda neler yaptıkları, birbirleri ile kısmi iletişimleri ve genel olarak cinsellikle ilgili söylemleri sanılanın aksine hiç rahatsız edici değil. Rahatsız olan aktarılan “kirlenmişlik” hissi. Hem bulunulan ortamın gerçek anlamda pis olmasından bahsediyoruz, hem adamların kendi kirli vücutlarından hem de olayın kavramsal kirliliğinden. Ne kadar ilgilinizi çekerse çeksin bu anlatılanları okuduktan sonra öyle bir mekanın yanından bile geçmek isteyeceğinizi sanmıyorum. Kitabın temel konusu Cassie Wright’ın neden böyle bir işe kalkıştığı, burada öykünün farklı bir boyutuyla karşılaşıyoruz. Çünkü Wright’ın evlatlık vermek zorunda olduğu bir çocuğunun olduğuna dair dedikodular konuşuluyor. Belki de oradaki 600 adamdan biri kendi çocuğudur…
Hakkında dava açılmasaydı bu kitap Türkiye’de ne kadar okunurdu bilemiyorum. Açıkcası ben de önce davayı duymuştum, kitabı daha sonra okudum. Sanırım reklamın gerçekten iyisi kötüsü olmuyor. İnanılmaz ilginç bir öyküsü olmasa da kurgu ve yazım tekniği açısından ilgi çekici olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bana biraz Boris Vian’ın kitaplarını hatırlattı: Sert, kısa ve net cümleler. Kitap sizi hızlı okumak zorunda bırakan bir tempoya sahip. Özellikle yazmayı sevenlerin ve henüz Palahniuk okumamış olanların okumaktan pişman olmayacağına eminim.