Sevgili Annem | Mektup

Sevgili Annem,

Anneye yazılan bir mektup için anneler gününden daha iyi bir zaman olur mu emin değilim. Bunlar zor mektuplar olduğu için belki de özel gün arıyoruz ister istemez. Ne olursa olsun bugün senin günün ve ben de yanında olamasam da hiç değilse bu şekilde ulaşıyorum sana.

Anneler çocuklarını ne olursa olsun severler değil mi?
Anne olmak, baba olmak zaten böyle bir sevgiye mahkum olmak değil midir? Ne yaparsa yapsın seversin senden olanı, sana benzeyeni, sen olanı. Dünya yıkılsa, o dünyayı yıksa yine de evlat bir tanedir annesi için. Belki de o yüzden tam zamanında aklına gelir arar onu, “bir şeyler yanlış gidiyor” önce anne tarafından hissedilir. Dağların tepesinden süzülen karar bulutları önce anneler görür, orada olsa da görür olmasa da görür. “Bir şey var bu çocukta” diye etrafına dert yandığında anne de bilir gerçekten bir şey var olduğunu, çocuk da. Anne olmak bu yüzden zordur. Hissetmektir. Görmektir. Duymaktır. Herkesten önce, her şeyden önce yaşamaktır.

Sigara böreğinin çıtırdamasıdır anne olmak.
Masanın üzerindeki dantel örtüdür.
Tabak tabak doyurmaktır anne olmak.
Her şeyiyle sevmektir.
Yazın üşümesinden korkmaktır çocuğunun.
Gurur duymaktır.
Sevmektir.
Onun için ondan fazla üzülmektir.

Gönül yarasını ilk çektiğinde oğluna sarılmaktır çaresizce.
Son yarayı görüp konuşamamaktır.
Oğlunun sevdiği her kadını, kızının sevdiği her adamı sevmektir… kim olurlarsa olsun.
Gerçekten sevdiğinde belli etmektir. Kaybı gördüğünde ise susmaktır anne olmak.

Temizlik kokusudur anne olmak.
Elma turtanın üzerindeki özenli kafeslerdir.

Zordur anne olmak. Benim annem olmak daha da zordur. Sevgisini ya hiç ifade etmeyen ya da bütün dünyaya çığlık çığlığa bağıran bir adamın annesi olmak zordur. Hiç konuşmadık bunu seninle ama evet her seferinde doğru zamanda aradın beni. Her aradığında gözyaşımı silip açtım telefonu, her aradığında tam zamanıydı. Her aradığında iyi geldi sesini duymak. Her aradığında yalnızlıktan aldın bir parça.

Zordur anne olmak.
Ne kitapla olur ne defterle.
Ne kağıtla ne kalemle.
Anne olmak yürekle olur, saf bir yürekle.

Anneler günün kutlu olsun.

Ahmet Ümit – Aşk Köpekliktir

2004, Everest Yayınları, 325 s. (Cep Baskı)

Son öyküdeki küçük polisiye ayrıntıyı görmezden gelirsek Ahmet Ümit’in farklı bir dünyaya bakışını Aşk Köpekliktir isimli öykü kitabında bulabiliyoruz. Toplam dokuz öykünün yer aldığı kitap mutlu aşk öyküleri arayanların uzak durması gereken bir havaya sahip; aşkın tutkusu içerisinde çırpınan kahramanların güzel sahneler yaşadığını ya da herkesi derin bir oh çektirecek sona ulaştıklarını söylemek mümkün değil. Bütün öyküler sizin içinizi sızlatmak için narince dokunmuş gibi. Belki de doğrusu budur, belki de mutluluk olduğunda zaten aşk olmuyordur.

Aşkı olan, arı namusu neyler. – Yunus Emre

Öykülere başlamadan önce Önsöz Yerine ya da Aşk Rüzgarın Söylediği Bir Şarkıdır isimli kısa bölüm karşılıyor bizi. Başlangıç için nefis bir önsöz. Züppe çicekler yerine yapraklara aşık olan ve her insan gibi sonunda ölüp giden rüzgarın hüzünlü hikayesini anlatıyor bize. Belki de insanları içeren bir olay örgüsü olmadığı için cümleler, ifadeler, duygular çok yoğun. Bu kısa bölümü en az öyküler kadar belki onlardan daha da fazla cümle kuracak zihninizde.

Aşk Bir Mucizedir isimli ilk öykü hiç beklemediğiniz ve hatta yazara da kızma potansiyelinizin yüksek olacağı bir absürd tona sahip. Bir erkeğin gözünden aşkı anlamaya çalışırken tutkuları, takıntıları ve doğal olarak da kaçınılmaz aptallığı yaşıyoruz. Rüzgarın aşkını takip eden ilk öykü olduğu için beklentimiz de daha romantik oluyor ister istemez. Yazar belki de bizi önce bir sarsmak istemiş belli ki.

Takip eden öyküler aşkın diğer hallerini anlatıyor bize. Yolculuğumuz mucize ile başlamıştı, sonra sırasıyla kafi delil olma durumu, problem, cinayet, düello, yanılsama, özenti, ve ütopya ile devam ediyor. Son öykü ise hepsini aynı potada eriten bir isme sahip: Aşk Köpekliktir. Her bir öykünün içerisinde mutlaka hüzün var ama son öykü Aşk Köpekliktir bütün duyguların yoğunlaştığı ve çaresizlik hissinin hakim olduğu bir öykü. Bütün diğer öyküler erkek gözünden anlatılırken, son öykünün anlatıcısı bir kadın. O, yaşadığı aşkı ve içinde bulunduğu çaresizliği dile getirirken cinsiyet ayrımı ortadan kalkıyor doğal olarak ama yine de en azından bu öykü için anlatıcının kadın kimliğinde olması hem cesurca olmuş hem de öyküyü daha ilginç kılıyor.

Aşk öyküleri genelde sıradandır. Belki de edebiyat tarihi boyunca en çok ele alınan konulardan birisi olması ve insanların kendi yaşamlarında da çok ilginç ve hüzünlü deneyimlere tanık olmaları bu tür öyküleri zor kılar. Okuyucuyu şaşırtmak da zordur, söylenmeyen bir şey söylemek de. Bu yüzden okurken öykülere hiç sıradaşı bir şeyler bulacakmışım gibi yanaşmadım. Tam tersine olduğu gibi ve hatta belki olduğundan da daha basitmiş gibi okumayı tercih ettim. Karakterlerin canlılığı ve olabilirliği o kadar gerçekti ki sözünü ettiğim basitlik okumadan çıkıp dinlemeye dönüştü. Tabii insan bu tür öykülerde kendi hayatıyla da çok paralellikler kurma eğiliminde oluyor ve söz konusu olan aşk öyküleriyse bu tehlikeli bir durum. Karakterlerin canlılığı bu tehlikeden uzaklaştırmayı başarıyor. Anlatılanlar başkalarına ait, evet belki bizim hayatımıza da benziyor ama başkalarına ait olduğunu bilmek yine de rahatlatıcı. Son cümleyi de okuyup kitabı kapattığınızda kendinizi rahatça o tatlı hüzün canavarının kollarına bırakabilirsiniz. Aşk Bir Hüzündür.