Yönetmen: Otto Bathurst, Euros Lyn, Brian Welsh
Senaryo: Charlie Brooker
Yapım Yılı: 2011, İngiltere
Oynayanlar: Daniel Kaluuya, Toby Kebbell, Rory Kinnear, Jessica Brown Findlay, Tom Cullen, Lindsay Duncan, Jodie Whittaker, Rupert Everett, Donald Sumpter, Julia Davis, Tom Goodman-Hill, Amy Beth Hayes, Rebekah Staton, Ashley Thomas, Anna Wilson-Jones, Patrick Kennedy, Paul Popplewell
Black Mirror, 3 bölümden oluşan bir mini dizi. İngiliz yapımı olan bu dizinin her üç bölümü farklı bir hikayeyi, farklı oyuncularla ve farklı yönetmenlerle anlatıyor. Hikayelerin ortak noktası seçimler ve özgürlükler gibi görünüyor. Görünüyor diyorum çünkü hikayelerin sadece tek bir teması olduğunu söylemek büyük haksızlık olur. Üç öykünün de yazarı olan Charlie Brooker, seyirciyi emniyetsiz bir dünyaya başarıyla sürüklerken, farklı gerçekliklerin ve şimdiye kadar hiç düşünmediğimiz açmazların olduğu bir dünya yaratıyor. Gerçeklerden çok da uzakta olmayan bir gerçeküstü dünya bu. İnsanları özgür kılan özelliğin, seçim yapabilme becerisi olduğunu sıklıkla söyleriz, 3 hikayedeki seçimler ve özgürlükler gerçekten de sınırları zorlayacak cinsten. Her bölümün sonunda zihinlerde kalan çaresizlik hissi, hemen uzaklaşmak isteyeceğimiz türden. Bazı filmler ve kitaplar vardır; onlarla ilişkinizi bitirdiğiniz andan itibaten unutmaya başlarsınız. Sistem kendisini bu şekilde korur. Black Mirror bunun tipik bir örneği.
1. Bölüm: “The National Anthem” (“Ulusal Marş”). Bu bölümün yönetmeni Otto Bathurst. Hikaye Londra’da, Prenses Susannah’nın kaçırılma haberi ile başlıyor. Prensesi kaçıran kişinin, istediği tek şey vardır: İngiltere Başbakanının, aynı gün saat 16:00’a kadar, bir domuzla canlı yayında cinsel ilişkiye girmesi ve bunun bütün ulusal TV kanallarından ve uydu aracılığıyla yayınlaması. Aksi halde Prenses öldürülecektir. Bu sıradışı, abartılı, korkunç isteğe Başbakan’ın uyup uymayacağını bölümün sonunda göreceğiz. Haberin duyulmasıyla birlikte Kraliyet ailesi, Başbakan ve onun ailesi, medya, halk,… neler yapılması gerektiği konusunda taraf olmaya başlar. Hikayede bu taraf olma süreci çok güzel anlatılıyor. Bu arada gizlenmeye çalışılan olayın internet aracılığı ile bütün dünyada birkaç saat içinde duyulması da günümüzdeki “gizlilik” kavramına ilginç göndermelerle dolu. Başından sonuna nefesinizi tutarak izleyeceğiniz bir gerilim.
2. Bölüm: “15 Million Merits” (“15 Milyon Ödül | Kredi”). Birinci bölümden tamamen farklı olan bu hikayede kendimizi SiMS türü bir dünyada buluyoruz. Bu dünyada yaşayanlar kredi kazanabilmek için (merits) hergün pedal çevirmek zorundalar ve kazandıkları krediler yemek, temizlik gibi masraflara gidiyor. Hatta aniden gözlerin önünde beliren ticari reklamları seyretmek istemezlerse bunun için de kredi ödemek zorundalar. Korkunç, sıkıcı, postmodern kölelik olarak tanımlayabileceğimiz bir yaşam karşımızda. Bu bölümün yönetmeni Euros Lyn. Hikaye bir açıdan George Orwell’in 1984‘ünü hatırlatmıyor değil. Bu hikayede de uyulması gereken bir sistem ve bu sistemden kurtulup özgürlüğüne kavuşmak isteyen insanlar var. Ancak Black Mirror‘ın dünyasında özgürlüğe kavuşmak da garip bir kavram. Bu dünyada özgülüğe kavuşmak 15 Milyon kredi toplayıp “Yetenek Sizsiniz” tarzında bir programa katılmak demek. Belki de bu bölümün en vurucu yeri de burası. Gerçekte ne olduğu ve ne yapıldığı tokat gibi yüzümüze çarpılıyor. Diğer bir ifadeyle bu aynaya baktığımızda aslında seyrettiğimiz ve garipsediğimiz o gerçek üstü dünyanın aslında bizim dünyamız olduğunun farkına varıyor. Kahraman(lar)ımız 15 Milyon kredi toplayabilecek mi ve daha önemlisi toplarlarsa sistemden kurtulabilecekler mi onu burada söylemeyelim ama bir öncekine göre görece daha durağan olan bu bölümün hem teknik hem oyunculuk açısından çok göz doldurduğunu ekleyelim.
3. Bölüm: “The Entire History of You” (“Senin Tüm Tarihin”). Brian Welsh tarafından yönetilen son bölüm, oldukça ilgi çekici ve özenilecek bir fikirler başlıyor. İnsanların kulaklarının hemen arkasına enjekte edilen bir kaydedici sayesinde hayatınızdaki tüm olaylar sizin gözünüzden bir yapay belleğe aktarılıyor ve istediğiniz zaman istediğiniz anınızı, birebir olduğu gibi tekrar görebiliyor hatta bunu diğer insanların seyretmesini de sağlayabiliyorsunuz. İsterseniz kötü anılarınızı silebilirsiniz de. Fikir önce çok güzel geliyor ama sonra bunun aslında kişilerin özgürlüğünü nasıl kısıtlayabileceğiniz ve paranoyaklaştırabileceğini görünce farklı düşünmeye başlıyorsunuz. Örneğin, sevdiğiniz insanın eski ilişkilerini seyretme potansiyelin olması pek de cazip gelmiyor – ki hikaye özellikle bu problemi temel almış. Farklı nedenlerle bu sisteme dahil olmayan insanlar da var ve evet onlar kendilerini daha “özgür” hissediyorlar. Her davranışımız, sözümüz kayıt altına alınıyor olsaydı ve biz de bunun farkında olsaydık acaba yine şu anda davrandığımız gibi mi davranırdık? Pek sanmıyorum.
Black Mirror, absürd bir mini dizi. Tahminen seyreden herkes farklı şeyler bulacaktır ve üzerinde tartışılacak çok şey ortaya konacaktır. Gerçek, özgürlük, otantiklik gibi kavramları aynı potade eritmeyi başarabilen güzel bir yapım olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Kısa bir Matrix dünyasına girmek istiyorsanız kaçırmamanız gerekir.