Ex Nihilo Nihil Fit: Yeni Nesil Akademisyenler III

lucretius2

Prof. Dr. Doğan Kökdemir
Başkent Üniversitesi, Psikoloji Bölümü
Ankara – Türkiye

Ex nihili nihil fit yani hiçlikten hiçlik çıkar sözü milattan önce 50’li yıllarda yaşamış Roma’lı şair ve filozof Lucretius’a ait. Latince ifadelerin harika bir özelliği var; istediğiniz yerde istediğiniz zaman, neredeyse her istediğiniz anlamda kullanabiliyorsunuz. Bu ifadeye de gayet varoluşçu felsefe üzerine yazılmış bir yazıda yer vermek mümkün olacağı gibi daha basit bir kavramsallaştırmada, ne kadar ekmek o kadar köfte anlamında da kullanmak mümkün. Ben, bu yazıda ikincisini seçeceğim.

Akademik yaşamınızın başında olduğunuzu düşünün, doktora eğitimini henüz tamamladınız ve doktora tezi dediğimiz beladan ve tez danışmanı adını verdiğimiz şeytandan, tez jürisi görüntüsündeki kötüler meclisinden sağ salim kurtuldunuz. Alanınız ne olursa olsun artık siz o alanın felsefe doktorusunuz. Diğer bir deyişle, siz, o alandaki, o konudaki en yetkin kişiler arasına dahil oldunuz. Bunu kanıtlamak için size diploma da verecekler, merak etmeyin. Buraya kadar her şey yolunda ve normal. Ancak bundan sonrası biraz çetrefilli çünkü siz de o cehennemden sağ kurtulan diğer her akademisyen gibi yolculuğunuza devam etmek ve mümkünse bir üniversitede öğretim üyesi olarak akademik çalışmalar yapmak istiyorsunuz. Hangi ülkede, hangi şehirde ya da hangi üniversitede olduğu tabii ki önemlidir ama isterseniz biz ideal olarak düşündüğümüz bir üniversitede ideal olarak düşündüğümüz bir akademik pozisyonu hayal edelim. Gerçekten iyi bir üniversite/bölüm de gerçekten iyi bir akademisyen arayışında olsun. Sizi onlarla buluşturalım. Sizin bu dünyaya adım atabilmeniz için şu özellikleriniz sorgulanacaktır:

1. Hızlı mısınız?
Arabaya mı koşacaklar diye düşünmeyin. Hız önemli. Olan biteni kavrama hızından tutun da yaptığınız işleri bitirmek için harcadığınız süreye kadar hayatın her alanında hız önemli. “Bana 10 yıl verin bakın nasıl araştırma tasarlıyorum” diyebileceğinizi düşünmüyordunuz herhalde? Adı üzerinde yeni ve genç bir akademisyenden gerçekten hızlı olması beklenir. Aslında her şeyi araştırma tasarlama diye düşünmeyin, ben size bir ipucu vereyim: Yürüme hızınız bile önemli.

(Şair burada “mıymıy” olmayın diyor.)

2. Özenli, dikkatli ve titiz misiniz?
Tek başına hız problemimiz olsaydı her şey çok rahat olurdu. Ancak hayat o kadar rahat ve kolay değil: Hızlı olduğunuz kadar kelimenin tam anlamıyla düzgün de çalışıyor olmalısınız. Akademisyen olarak çalışmak istediğiniz üniversite ideal bir üniversiteydi ya, işte o ideal üniversite sizin de ideal olmanızı isteyecektir. “Canım ne var bu böyle olsun…” diye savunacağınız işler yapamazsınız. Ben size bir ipucu vereyim: Kapınıza astığınız haberleşme kağıdının düzgün durması bile önemli olacaktır.

(Şair burada “aynesi iştir kişinin lafa bakılmaz” diyor.)

3. Filmler, kitaplar, genel olarak sanat sizin için ne ifade ediyor?
Burada kuralımız basit: Hayatınızın entelektüellik derecesi yüksek değilse (siz bunu tercih etmeyebilirsiniz hiçbir itirazım yok ama ideal üniversite mutlaka tercih edecektir) mümkünse tanışmayalım bile. Bunun eksikliğinin sebepleri artık günümüzde anlaşılabilir / kabul edilebilir bir şey olmaktan çıktı; kitap okumaya zamanınız mı yok, filmlere vakit ayıramıyor musunuz, sanatla en son ortaokulda mı ilgilendiniz? Eh… yapacak bir şey yok, o ideal üniversite de sizinle ilgilenmeyecek, ilgilenmemeli. Kendisine yatırım yapmayan birisiyle neden vakit kaybetsin ki? Ben size bir ipucu vereyim: Size bu taleplerle yaklaşanlara kızıyorsunuz ya bazen, emin olun kızmanız kimsenin umurunda değil.

(Şair burada “zeka”dan bahsediyor.)

4. Ders vermek yerine araştırma yapmak mı istiyorsunuz?
O zaman sizin yeriniz üniversite değil ki zaten. Herhangi bir araştırma enstitüsünde, laboratuvarda, konunuzla ilgili devlet kurumlarında pekâlâ gayet başarılı olabilirsiniz. Tamam biliyorum, birileri sizi kandırdı. Üniversitelerin gerçek işinin, dolayısıyla akademisyenlerin asli görevinin araştırma yapmak olduğunu, ders vermenin aslında biraz mecburiyetten kaynaklanan yük olduğunu söyledi. Hadi yalan söylediler demeyelim ama emin olun yanlış söylemişler. Ders vermek de aynı araştırma yürütmek gibi sizin işiniz. Felsefe doktoru unvanı ders verme, kendisinden sonra gelenleri yetişirme rolünü de kapsayan bir unvan. Eğer amacınız üniversitede çalışmaksa çabucak bu gerçekle yüzleşmenizi ve barışmanızı öneririm. Aslında ders vermeyi sadece bir görev olarak düşünmeyin, ben size bir ipucu vereyim: İyi ders veremiyorsanız, o ideal üniversitede – eğer siz bir Einstein değilseniz – çok uzun bir geleceğiniz olmayacaktır.

(Şair burada “üniversitenin anlamını öğrenin” diyor.)

5. Tamam o zaman dersimi veririm, araştırmamı yaparım mı diyorsunuz?
Yine olmadı. Dedim ya, her şey çok rahat değil bu dünyada. Siz gerçekten ideal bir üniversitenin, ideal bir bölümünde, ideal bir akademisyen olmak istiyorsanız ışıldamalısınız. Sizi görmeliyiz. Yerel anlamda da uluslararası düzeyde de dünyayı aydınlatmaya çalışanlardan birisi olmalısınız. Kapısını kapatıp, kendi dünyasına gömülen, eskilerin deyimiyle yaralı parmağa işemeyen insanlara ihtiyacı yok üniversitenin. Öğrencilere, diğer akademisyenlere, yaşadığınız şehre, ülkeye, dünyaya katkıda bulunmak için bir şey yapmayacaksanız, çok afedersiniz ama biz sizi niye el üstünde tutalım? Gerçekten siz kimsiniz? Nasıl önemli bir insansınız ki biz sizi anlamıyoruz ve haksızlık ediyoruz.

(Şair burada sinirleniyor.)

Bakın ben size asıl ipucunu vereyim: Hiç verirseniz hiç alırsınız.

Leave a Reply