Prof. Dr. Doğan Kökdemir
Başkent niversitesi, Psikoloji Bölüm
([email protected]) / ([email protected])

(1832 - 1920)
1879 yılında Wilhelm Wundt, ilk psikoloji laboratuvarın Leipzig’de (Almanya) kurdu. Bu laboratuvar sadece bilimsel dünyaya psikoloji bilimini tanıştırmakla kalmadı, ötesinde psikolojinin ilk bilimsel anayasasının da temellerini oluşturdu. Wundt’un hem duyum/algı alışmalarını yaptığını hem de duyguların bileşenlerini tanımlamaya çalıştığın biliyoruz. Ortaya konan yapısalcılık yaklaşımı da çok uzun süre psikolojinin temel paradigması oldu (William James‘in işlevselcilik yaklaşımı ile birlikte).
Ancak Wundt’un psikolojiye yön veren ve benim anayasa olarak tanımladığım asıl çalışması Völkerpsychologie. Wundt, psikolojinin temel olarak deneysel psikoloji olduğunu vurgularken, bu kitapta psikoloji tanımını tamamladı ve psikoloji biliminin diğer ayağının dil, mitler ve gelenekler üzerine çalışılması olduğunu belirtti. Diğer bir ifadeyle, psikolojinin henüz emekleme yıllarında şu andaki alan isimleriyle deneysel psikoloji ve sosyal psikoloji psikoloji biliminin temelleri olarak inşaa edildi. Tabii ki günümüzde sosyal psikolojinin içinde çok küçük bir grup bugün folk psikoloji / halk psikolojisi çalışıyor ya da kendisini öyle tanımlıyor. Çünkü sosyal psikolojinin kendisi de bu iki yüzyıllık süreç içerisinde gelişti ve kapsamını fazlasıyla geliştirdi.
Günümüzde psikolojinin onlarca alt alanından bahsediyoruz. APA tarafından tanımlanan 56 farklı alan (division) psikolojinin geldiği yer hakkında bilgi verebilir (http://www.apa.org/about/division/index.aspx). Bu kadar farklı alanın bulunmasının ne kadar işlevsel olduğu ayrı bir tartışma konusudur ama sanırım şunu söylesek çok büyük bir yanlış yapmayız: Alanlardan bağımsız olarak her bilim dalında olduğu gibi psikolojide de asıl ayrım çalışlan konu değil çalışmaya temel olan paradigma ve analiz düzeyidir. Bu açıdan bakıldığında, hâlâ Wundt’un yaptğı ayrımın geçerliliğini koruduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Yani deneysel psikoloji ve sosyal psikoloji temel alanlar olma özelliğini sürdüryor.
Bu çıkarımı doğru kabul edecek olursak, başlıkta neden sadece sosyal psikolojinin yazdığını merak edebilirsiniz. Bu seçimin 3 temel nedeni var: (1) Ben bir sosyal psikoloğum ve bu yazı doğal olarak bu alanla ilgili; (2) sosyal psikoloji ve deneysel psikoloji arasındaki bağ sanılandan çok daha sıkı bir bağ ve bu nedenle yazılan çoğu şey ikisi için de doğru; ama en önemlisi (3) pragmatik açıdan en azından Türkiye’de deneysel psikoloji alanında lisansstü eğitim görme olasılığınız maalesef çok az. Deneysel psikoloji ve bilişsel psikoloji yerini daha çok bilişsel bilimlere bırakıyor gibi görünüyor.
Türkiye’de sosyal psikoloji programlarının sayısının da çok olduğunu iddia edemeyiz. Çünkü üniversiteler lisansüstü eğitimle ilgili bir tercih yapmak zorunda kalırlarsa, seçtikleri alan çounlukla bu ikisinden farklı olarak klinik psikoloji oluyor. Öğrencilerin de klinik psikoloji alanına ciddi bir talebi olduğunu görebiliyoruz. Bu talebin çok farklı nedenleri olabilir ama ilk akla gelen iş bulma kaygısının klinik psikoloji için daha düşük olduğu. Aslında psikolojnin temel alt alanlarının kapsadıkları yüzeye ya da iş olanaklarına baktığınızda klinik psikoloji çok da içaçcı görünmüyor. Görünmüyor çünkü çalışma alanının sınırları oldukça net ve ksıtlı - ve üstelik talep çok yüksek. Ancak aynı kısıtllık sosyal psikoloji için yok. Sosyal psikologların, psikopatoloji dışında ilgilen(e)meyeceği herhangi bir konuyu söylemek çok zor. Bu nedenle iyi yetişmiş sosyal psikologların eğer alanda çalışmak istiyorlarsa önlerindeki tek engel kendi vizyonları olacaktır. Örneklerle basitleştirmek istemiyorum ama bir sosyal psikolog reklamcılık alanından siyasete, eğitim danışmalğından güvenlik ve terörizm uzmanlığına, risk ve kriz ynetiminden orta/üst düzey yöneticiliğe kadar her alanda kendisine yer bulabilir. Bu alanlarda Türkiye’de yetişmiş uzman sayısı çok az. Ciddi bir ihtiyaç söz konusu.
Benim bir sosyal psikolog olarak tarafsız olmam mümkün değil, bu nedenle sosyal psikoloji alanının ne kadar geniş ve kapsaml olduğunu uzun uzun anlatmak istemiyorum. “Normal” insan davranışını inceleyen bir alanın kapsamı zaten nasıl olur da kendi alt kmesinden (“normaldıı davranış”) daha az olabilir ki?
Ancak lisansüstü programlarla ilgili asıl sorun bu değil. Asıl sorun, öğrencilerin kendi ilgi ve becerilerinden bağımsız olarak sırf moda olduğu için ya da durdukları yerden daha “kârlı” göründüğü için aslında pek de tercih etmeyecekleri bir alanda lisansüst eğitim almak istemeleri. Bu, herhalde bir insanın kendisine yapacağı en büyük kötülüktür. Örneğin, klinik psikolog olmak isteyen bir lisans mezunu, kendisini yetiştirmek için zaman, emek, para harcarken diğer alanları tercih eden (buna sosyal psikoloji de dahil) öğrencilerin aynı sonuçlara mümkünse daha az zaman, daha az emek ile ve yine mümkünse hiç para harcamadan ulaşmak istemeleri gerçekçi değil. Maalesef dünyanın her yerinde kendinize yatırım yapmak istiyorsanız biraz sıkıntı çekmeniz gerekir. Keşfedilmeyi, kaynakların sizin önünüze serilmesini bekleyemezsiniz. O alanda (hangi alansa o), “iyi” olmak için kendinize “çok iyi” yatırım yapmak zorundasınız. Bunun başka yolu yok.
Yazının başlığı, “Neden Sosyal Psikoloji Alanında Lisansüstü Eğitim Görmelisiniz?” ‘di. Böyle bir başlık olunca hi değilse yazının sonunda net bir yanıt vermemiz gerekiyor. Sosyal psikoloji alanında lisansüstü eğitim görmelisiniz çünkü sosyal psikoloji çok tatlı. Gerçekten.