Prof. Dr. Doğan Kökdemir
Başkent Üniversitesi, Psikoloji Bölümü
Ankara – Türkiye
eposta: dogan@kokdemir.info
Aklımda uzun zamandır kendi kendime ya da küçük gruplarla başbaşa kaldığımda düşündüğüm, yazmaya karar verdiğim sonra yazmaktan vazgeçtiğim, nihayetinde yeniden yazmak istediğim, bir kere daha sustuğum ama artık en sonunda kelimelere dökülen bir konu var: Yeni Nesil Akademisyenler
Türkiye, bilimde hiçbir zaman önde gelen ülkelerden birisi ol(a)madı, belki bundan sonra da kolay kolay olamayacak. Bilimin ve sanatın ağır aksak ilerlediği toplumlarda bilime ve bilim insanına düşen görevlerin ağırlığı biraz daha fazla oluyor sanırım. Siz, üzerinize düşeni yap(a)mazsanız, çevrede yeterince fazla alternatif olmadığı için koca bir ülke hiçbir şey yap(a)mamış oluyor. Amacım “bizden hiçbir şey olmaz” şeklinde bir kötümser tablo çizmek değil ama durduk yere de “her şey pek bir nefis gidiyor” demek bana doğru gelmiyor. Aslında kitlesel ya da ülkesel gelişimi bir kenara bırakalım benim derdim şimdilik bireysel akademik gelişim ile. Diğer bir deyişle akademik yaşamına yeni adım atan insanlarla.
Benim gözümde yeni nesil akademisyenler çok meşgul insanlar. Gerçekten öyleler. Tam olarak ne yaptıklarını, zamanlarını nasıl kullandıklarını ya da kullanamadıklarını bilemiyorum ama delice bir meşguliyet içinde oldukları çok açık. Hiçbir şeye zamanları yok gibi sanki. Yanlış anlaşılmasını istemem, üzerlerine düşen görevleri aksattıklarını söylemiyorum, o konuda herhalde çok eksiklikleri yoktur ama o görevlerin dışına bir adım attığınızda yorgunlukla çevrilmiş fantastik meşguliyetlerini görebilirsiniz. Gözümün önüne oradan oraya koşan ama ne yaptıklarını anlamadığımız insanlar geliyor. Sürekli ama sürekli koşuyorlar. Durdurmanız, duraksatmanız, bakışlarını başka bir yere yöneltmelerini sağlamanız mümkün değil. Çok hızlı koşuyorlar. Koşarken de sürekli fazladan en az 3 makale okuyorlar her gün (tabii ki son 5 yılın makaleleri).
Benim gözümde yeni nesil akademisyenler sadece önemli işlerle ilgileniyorlar. Zaten olması gereken de o değil mi? Her hafta girmek zorunda oldukları … saat dersi veriyorlar; her yıl ya da hiç değilse iki yılda bir en az 1 makale “submit” ediyorlar; onun dışında olur da herhangi bir idari göreve bulaşmışlarsa onların da toplantılarına tabii ki katlanıyorlar. İlgi sorunumuz yok çok şükür. Sadece onlara ne yapmaları gerektiğini açık ve net olarak lütfen önceden bildirin (mümkünse 1 yıl önceden). Tabii ki saçma saçma riskler alıp başımıza yeni icatlar çıkarmıyorlar; üstlerine vazife olmayan (daha doğrusu üstlerine zorunlu olmayan) gereksiz işlerle uğraşmıyorlar; hatta bir dudak bükme hareketiyle bu hataları yapanları da uyarıyorlar… uyarıları dinlemeyenler cezasını çeksin.
Onlar sayesinde eski kuşağın düzen merakından da kurtulduk. Neymiş efendim sadece neyin yapıldığı değil nasıl yapıldığı da önemliymiş. Hiç böyle bir saçmalık olur mu? Titizleneceğim diye kaybettiğiniz zamanlarda fazladan en az 3 makale okursunuz her gün (tabii ki son 5 yılın makaleleri).
Benim gözümde yeni nesil akademisyenler sihirbazdırlar. Özellikle de istatistik konusundaki sihirbazlıkları seyretmeye doyamayacağınız cinstendir. Ellerinden herhangi bir hipotezin desteklenmeden kurtulması mümkün değildir. t-test, olmadı ANOVA, bir sonraki etap MANOVA, azıcık SEM, hiçbir şey olmazsa şöyle havalı bir “mediator” analizi… kuvvetli istatistiklerle bezenmiş bir makalenin Guernica ile yarıştığı söylenir halk arasında. Ben hiç şahit olmadım ama bir parmak şıklatması ile standart sapmaları 0.01’e indirenler bile oluyormuş bu dünyada. Araştırma sorusunun önemini, kuramsal çalışmaların önemini abartanlar yüzünden gelişemedi bu topraklarda bilim. Bu artık değişecek.
Benim gözümde yeni nesil akademisyenler öğrencilerle mükemmel profesyonellikte bir bağ kurmuş durumdalar. Gerçek bir profesyonellik söz konusu. Neyi, ne zaman, nasıl yapacaklarına öğrenciler değil kendileri karar veriyorlar. Bu konuda yalnız olmadıklarını söylemeden geçmeyelim. Yaşları biraz daha eski ama yürekleri yeni diğer akademisyenlerin de desteği ile yeni lisansüstü programlarının açılmasını öyle kolay kolay kabul etmiyorlar. Lisans öğrencilerini zaten hiç konuşmayacağım bile. Aslında bir akademisyenin lisans öğrencilerinin yüzüne bakması bile abartılı bir davranıştır. Onlarca öğrenci ile vakit harcayacağınıza fazladan en az 3 makale okursunuz her gün (tabii ki son 5 yılın makaleleri). Tamam öğrencilerin isteği olabilir, hatta alanın ihtiyacı, hadi abartalım ülkenin ihtiyacı da olabilir ama bir dakika lütfen… bu kadar yoğunlukta nasıl olacak bu?
– Hayır efendim doktora programı falan açamayız şu anda.
– Neden, yeterince öğretim üyeniz mi yok?
– Yooo fazlası var, o konuda bizim bölümün eline su dökemez kimse.
– Eee, neden o zaman?
– Yukarıda yazdık ya! Meşgulüz, meşgul! Makale okuyoruz.
Haklılar… Saf saf kızmayın bu diyoloğa, gerçekten haklılar. Siz Nobel ödülü kolay mı alınıyor zannediyorsunuz? Onların, kimsenin okumadığı makalelerin yazarları oldukları sizin uydurmanız. Koca bir ülke Nobel’e koşuyor, siz ayakta uyuyorsunuz.
AMA
Yeni nesil akademisyenler makalelerden fırsat bulup bir ara LeGuin okusalardı, ihtiyacımız olanın yeni sihirbazlar değil büyücüler olduğunu anlarlardı. LeGuin okuyanlara gelince… bu yazı sizin için yazılmadı zaten.