Ahmet Ümit – Beyoğlu’nun En Güzel Abisi

2013, Everest, 412 s.

Polisiye romanları okumak güzeldir ama onlar hakkında bir şeyler yazmanın belirgin bir zorluğu vardır. Henüz kitabı okumaya başlamamış olanlara gerektiğinden fazla bilgi verilirse kuşkusuz kitabın bütün büyüsü kaybolur. Bu nedenle Ahmet Ümit’in Beyoğlu’nun En Güzel Abisi romanının temel olarak öyküsünü değil ama satır aralarında yaşattığı bazı duyguları paylaşmayı daha anlamlı buluyorum.

Sıkı bir polisiye roman okuyucusu değilim ama Ahmet Ümit’in Başkomser Nevzat ve Barbara Nadel’in yarattığı Çetin İkmen karakterlerini takip etmekten çok keyif alıyorum. İsimleri farklı bu iki karakter birbirlerine çok benziyorlar aslında – onlar olmasını istediğimiz insan tipleri. Tempolu, heyecanlı, hareketli romanların adil, yürekli, dürüst, baş kahramanları…

Beyoğlu’nun En Güzel Abisi, konusuyla direkt olarak ilgili değilmiş gibi görünse de aslında bu ülkenin başındaki totaliterlik hastalığına içten içe isyan ediyor gibi. Yazarın işine karışılmaz tabii ki ama özellikle 6-7 Eylül olayları ile kurulan bağ, sanki daha kuvvetli cümlelerle ifade edilecekmiş de yazar son anda vaz geçmiş gibi görünüyor. Gerçi o olaylarla ilgili sadece ufak hatırlatmalar bile aklı ve kalbi yerinde her insanda hüzün yaratacaktır kuşkusuz. Polisiye olayların arasında koca bir kenti nasıl yağmaladığımızı (evet yağmaladığımızı) hatırlatıyor bize. Sanırım daha da çok hatırlamamız gerekiyor; sadece tarihle yüzleşme açısından değil, hem bir daha tekrarlanmasın diye hem de elimizde kentlere ve kalan insanlara sahip çıkmamız için yeniden ve yeniden hatırlamalıyız. Cinayetin nasıl çözüleceğini merak eden bir okur olarak bu sefer geçmiş ve gelecek konusunda daha çok takıldım… en azından romanın içinde hayali bir adalet de beklemedim değil.

Ahmet Ümit’in kitaplarını seviyorum. Beyoğlu’nun En Güzel Abisi‘ni de sevdim. Diğer kitaplar gibi bu da bir solukta bitti. Polisiye romanlar, cinayetler çözülmedikçe güzel, her seferinde kitabın sonunda kimin ne yaptığı ortaya çıktığında ben kişisel olarak bundan hoşlanmıyorum; yine hoşlanmadım. Hakikaten şart mıdır kitabın sonunda katilin kim olduğunun bilinmesi? Romanlarda bireysel cinayetlerin faillerini bulunca yaşadığımız rahatlama acaba gerçek hayatta işlenen suçlar karşısında gözlerimizi kapatıyor olmamızı affettirir mi?

Ahmet Ümit – Sultanı Öldürmek

2012, Everest Yayınları, 517 s.

Şahane bir aşk çoğu zaman harcanmış bir hayat demektir.

Bu sefer de kural değişmedi Ahmet Ümit’in 500 sayfalık kitabı tam 48 saat geçmeden bitti. Her zamanki yüksek temposu ile hem okuyucu merakta bırakan hem de yeni bilgilerle zihnine saldıran Ahmet Ümit, Sultanı Öldürmek kitabında eski bir aşk hikayesi ile II. Mehmed’in sırlarla dolu dünyasını büyük bir ustalıkla birleştiyor. Bu sefer Başkomiser Nevzat yardımcı erkek oyuncu rolünde karşımıza çıkıyor.

Yaşlı bir tarih profesörü olan Müştak Bey ve onun karşısına, kendisine kuru bir mektup bırakarak onu terk ettikten tam 21 yıl sonra karşısına çıkan başka bir tarih profesörü Nüzhet Hanım ve onların Fatih Sultan Mehmed ile ilgili düşünceleri… 21 yıl aradan sonra hala bekliyor olduğu büyük aşkı Nüzhet Hanım’a nasıl yaklaşması gerektiğinden emin olamayan Müştak Bey kendisini içinde cinayetin de olduğu garip olayların içerisine buluverir bir anda. Bir yanda neredeyse çeyrek yüzyıllık aşkı için hissetikleri bir yanda da yavaş yavaş içine çekildiğini hissettiği bir tuzak vardır.

Ahmet Ümit, karakterlerini canlı hale getirmeyi çok iyi bilen bir yazar. Romandaki bütün karakterler bir anda odanızın içine doluveriyorlar. Özellikle kadın karakterleri ele alışındaki başarıyı vurgulamamız gerekiyor. Nüzhet Hanım, kişiliği, düşünceleri, söyledikleri ve hatta söyleyemedikleri o kadar gerçekçi anlatılmış ki, romanın bu baş kadın karakterinin cümlelerini kendisinin yazdığını düşünebilirsiniz. Yılgın, yorgun ve bıkkın Müştak Bey için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Bu adamı hem seviyorsunuz hem de siz de kızgınlık yaratıyor. Belki diğer romanlarına da ileride konuk olabilecek canlılıkta bir karakter.

Kitabın en önemli özelliği tarihsel bilgiler ve kafalarda yarattığı sorular. Öncelikle şunu söylememiz gerekir ki, kitabı okurken kaynakları bulmak ve ilk elden siz de okumak isteyeceksiniz. Hikayenin yarattığı merak duygusu bence romanın en kuvvetli yanı. Özellikle tarihten hoşlanan okurlar bayılacaktır romana ve kendilerini yeni tarih kitapları okurken bulacaklardır.

Romanla ilgili tek eleştirim arka kapak yazısı olacak. Okumayı bitirdiğinizde bu eleştirinin nedeni daha iyi anlayacaksınız. Çok daha iyi bir yazı, çok daha iyi bir ayrıntı ve kesinlikle bilmeceden uzak bir detay aktarılmalıydı. Kitabın zenginleşmesi açısından bazı haritaların, resimlerin ya da çizimlerin eklenmesi de harika olurdu diye düşünmeden edemedim.

Keyifle okuyacağınız bir tarihi – polisiye roman.

Av Mevsimi

Yönetmen: Yavuz Turgul
Senaryo: Yavuz Turgul
Yapım Yılı: 2010, Türkiye
Oynayanlar: Şener Şen, Cem Yılmaz, Çetin Tekindor, Melisa Sözen, Okan Yalabık, Rıza Kocaoğlu, Nergis Çorakçı, Mustafa Avkıran, İbrahim Bozgüney, Mahir İpek, Cansu Koç, Jeffi Medina, Emine Şans Umar

Av Mevsimi bir Cem Yılmaz filmidir. Diğer oyunculardan ve Yavuz Turgul gibi önemli bir yönetmenden bahsetmeden önce Cem Yılmaz’ın adını söylemenin bir haksızlık olmayacağını umarak, bu filmin öne çıkan iki isminden ilkinin Cem Yılmaz olduğunu söylemek istiyorum. Oynadığı İdris karakterinin hakkını fazlasıyla veren Cem Yılmaz, özellikle abartısız / temiz oyunu ile harika bir iş çıkarıyor. Daha önce görmeye pek de alışık olmadığımız bir tarzı deniyor olması ve üstelik bu tarzı, kişiliği, davranışı “gerçek” bir kişi gibi yansıtmayı başarması alkışlanacak bir performans. Filmde, İdris karakteri başlı başına ilgi çekici zaten ve böyle bir karakter için Cem Yılmaz’ın seçilmiş olması da çok başarılı bir karar. Belki de filmde bu karakterin biraz daha merkeze çekilmesi, kurgunun daha çok onun üzerinde olması tercih edilebilirdi diye düşündüm. Aslında Av Mevsimi polisiye bir film gibi görünse de, amacınız “katil kim?” sorusuna odaklanmamalı. Hatta buna odaklandığınızda hayal kırıklığı yaşayabilirsiniz çünkü filmin ikinci yarısının başlarında olayın devamını tahmin etmeniz pek de zor olmuyor. Ancak, Yavuz Turgul’un anlatmak istediği hikaye sanırım bundan biraz daha farklı; “av – avcı” metaforları, “ölüm kokusu”, “aşk”, “yaşlılık”… gibi kavramlar tek tek ele alınabilir nitelikte. Benim filmde gördüğüm tek sorun da bu; özellikle “av – avcı” hikayesinin daha iyi işlenmesi gerekirdi diye düşünüyorum. Özellikle bir sürü şey anlatılmak istenmiş ama hiçbirine kıyılamadığı için her bir olması gerekenden az anlatılmış gibi. “Film idris üzerine kurgulanmalıydı” derken anlatmak istediğim de bu. Av Mevsimi, çok önemli konuları, oldukça güzel bir biçimde ele alırken toplamını yaklaşık 140 dakikaya sığdırmak zorunda kalınca erken bitmiş bir filme dönüşüyor.

Filmin bence ikinci önemli karakteri Hasan rolündeki Okan Yalabık. Antropoloji okumuş olan bu genç adamın yaşadığı çelişkiler, korkular, beklentiler… de en az İdris karakterinde olduğu gibi canlı ve dikkat çekici. Okan Yalabık’ın performansı ise gerçekten üst düzeyde. Her ne kadar rolü görece daha kısıtlı olsa da yarattığı Hasan karakteri bizi kendisine çekiyor. O da daha çok işlenmesi gereken karakterlerden birisi. İlk defa bir filmde Çetin Tekindor’u fazla beğenmediğimi itiraf etmeliyim. Neden beğenmediğimi açıklama konusunda zorluk çekiyorum ama sanırım oynadığı rol çok bildik, tanıdık bir karakter tipi olduğu için çekici gelmedi. Açıkcası o rolü herhangi bir başka aktör de oynayabilirdi. Tekindor’un oynadığı rollerde, o rolü kendisine göre değiştirdiğine çok tanık olduğumuz için Av Mevsimi‘ndeki performansı bana biraz “normal” geldi açıkcası. Hatasız… ama “normal”. Benzer bir analizi Şener Şen için de söylemek lazım; o da karşımıza çok tanıdık bir rolle çıkıyor ama aynı Tekindor gibi Şener Şen’in de oyununda hata bulmamız imkansıza yakın.

Filmin cinayet yeri, emniyet ve gece sokak çekimleri çok başarılı. Ses, ilk defa bir Türk filminde çok iyi düzenlenmiş. Sadece filmin başında ve sonunda fonda duyduğumuz genç kız sesi ve zaman zaman kullanılan “eko”lar kulağa pek hoş gelmiyor. Ancak onun dışında teknik açıdan da oldukça tatmin edici bir film olduğu söylenebilir.

Av Mevsimi Resmi İnternet Sitesi
IMDB Sayfası

Ahmet Ümit – İstanbul Hatırası

2010, Everest Yayınları, 565 s.

… Şehre bakıyorduk denizden… Sisler içindeydi İstanbul… Sisler içinde deniz… Sisler içinde teknemiz. Sultanahmet’in minareleriydi görülen, Ayasofya’nın kubbesi, Topkapı Sarayı’nın kuleleri. Hiç yağmalanmamış, yıkılmamış, kirletilmemiş gibiydi şehir. Bembeyaz bir sisle örtmüştü doğa, ne varsa görüntüyü çirkinleştiren. Güneş doğmadan bir anlığına beliren bir hayal gibi… Büyülü bir bulut gibi… Bir masal imgesi gibi… Yeni kurulmuş bir kent gibi… Yeni bir başlangıç gibi…. Genç, umutlu, güzel…

Türk edebiyatında, polisiye roman denildiğinde akla gelen ilk isim Ahmet Ümit‘in yeni kitabı İstanbul Hatırası, bitirmek istemeyeceğiniz hüzünlü bir roman. Başkomiser Nevzat ve en az onun kadar renkli ekip elemanları Ali ve Zeynep’in İstanbul’da arka arkaya işlenen cinayetlerin arkasındaki sis perdesini aralamak için giriştikleri çaba, harika bir tarih dersi eşliğinde kalem alınmış. Daha önceki romanlarında da olduğu gibi yine titiz bir çalışmanın izleri görünüyor. Roman, sadece keyifli ve heyecanlı bir polisiye öykü olmaktan ziyade tarih, kültür, dil ve hatta din konusunda da unutulmuş gerçekleri yeninde gözler önüne seriyor.

Romanı okurken bir yandan katlettiğimiz tarihle yüzleşirken bir yandan da ne kadar az şey biliyormuşuz duygusunu yaşamanız mümkün. Tarih kitaplarında artık sadece izi kalmış gibi görünen Kral Byzas, II. Teodosius, Jüstinyen gibi Hükümdarlardan, Kanuni Sultan Süleyman ve Fatih Sultan Mehmed’e kadar İstanbul’a yeni halini vermiş Sultanlara kadar onlarca isim İstanbul Hatırasından yeninde hayat buluyorlar. Günümüzde işlenen cinayetlerin onlarla nasıl bir ilişkisi olduğunu anlamak için kuşkusuz kitabı okumanız gerekiyor.

Ahmet Ümit, okuyucuyu sürekli yüksek bir tempoda tutma konusunda gerçekten çok yetenekli. Ara vermeyi düşüneceğiniz ya da dinleneceğiniz bir bölüm yok. Her bölüm bir sonrakini okumunız için sürekli kışkırtıyor. Diğer bir beceri de cinayetlerin şiddetli bir şekilde öyküleştirildiği bu romanda sevgi, sadakat, aşk, arkadaşlık gibi konular da aynı derinlikte inceleniyor. Son cümleyi de okuyup kitabı sonlandırdığınızda sizi esir alacak ilk duygu kuvvetli bir hüzün oluyor. Belki de bu yüzden Ahmet Ümit’in romanlarındaki kahramanlar hep çok canlı. Çevremizde olmasını istediğimiz, renkli ama bir o kadar da doğal kişiler. Okuyucunun sonda yaşadığı hüznün bir nedeni de belki onlardan ayrılmak.

Ahmet Ümit‘in kahramanları ve kahramanları ele alışı, yine İstanbul konulu polisiye romanlar yazan Barbara Nadel‘i andırmıyor değil. Nadel‘in de karakterleri (örn., Müfettiş Çetin İkmen) sıradışı özellikleri olmayan “iyi” insanlardan oluşuyor. Tabii ki her iki yazarında arasında çok büyük farklılıklar ve her ikisi de çok başarılı ancak sanırım ben Ahmet Ümit’in temposunu ve kurgusunu daha çok beğeniyorum. İstanbul Hatırası şu ana kadar okuduğum en iyi polisiye roman.