Çılgın Dünya

Yazan: Lope de Vega
Çeviren: Adalet Cimcoz
Yöneten: Barış Erdenk
Oynayanlar: Hüseyin Baylan, Cem Zeynel Kılıç, Ebru Evren, Özlem Gür, Esat Tanrıverdi, Mustafa Çolak, Deniz Keyf, Edip Kamacı, Özgür Titiz, Nedim Salman.
Müzisyenler: Fatih İş, Ercan Işkıncı, M. Mekin Çetin, Faysal Ertaş, Dilşan Aslan, Yusuf Barış Uzun, Yener Şahin, Başak Mordoğan.
Müzik: Engin Bayrak
Şarkı Sözleri: Yunus Emre Gümüş

Ankara seyircisi sanata ve sanatçıya her zaman özel özen göstermiştir ama doğruya doğru biraz zor beğenir. Özellikle Ankara dışından gelen tiyatro gruplarının performanslarına biraz daha eleştirel bir gözle bakar. Eh… ben de bir Ankara’lı ve bu özelliklerden nasibini almış bir insan olarak seyrettim Van Devlet Diyatrosu tarafından sahneye konulan Çılgın Dünya‘yı. Tek perdelik oyunun sonunda size hiç abartmadan söylüyorum bütün seyirciler ayakta alkışlıyordu. Çılgın Dünya‘yı bu kadar mükemmel kılan neydi peki? Benim fikrim şöyle:

(1) Oyuncuların çok detaylı ve dikkatli bir prova dizisi geçirdikleri her hallerinden belliydi. Sadece diyaloglara değil hareketlere de çok bağlı olarak süren oyunda oyuncuların tek bir hatası bile olmadı. Riskli diyebileceğimiz sahne kullanımlarında bile gerçekten üstün bir performans gösterdiler. Kısacası çok iyi hazırlanmışlardı.

(2) 1500 civarında oyunu olduğu söylenen 16. – 17. yüzyılın önemli İspanyol yazarlarından Lope de Vega’nın bu oyunu eski olmasına rağmen kimin ne kadar ve kime göre deli olduğunu sorgulaması bakımından hala çok güncel. Lope de Vega’nın kendisine de küçük bir rol verdiği bu oyun onun kendi ağzından “Şu delilere bakın. Bütün gördüğünüz ne? Bir kaç salyalı ağız… Dalgın, durgun bakışla… Belki çocuklaşmış insanlar, hepsi bu kadar. Bu muyuz biz? Bizi bir korku gözetler… Nereden geldiği bilinmeyen bir korku… Yalnız bulunca da atlar üzeremize, gelir yüreğimizin üzerine çöreklenir, soluk alamayız… Kolları, bacaklarıyla dolanır boğazımıza. Sıkar sıkabildiği kadar… Duyuramayız sesimizi bağıramayız çünkü… İşte delilik böyle bir şey…” cümleleri ile başlıyor ve yaklaşık 90 dakika boyunca sizi size anlatıyor. Oyunda Lope de Vega Hüseyin Baylan tarafından canlandırılıyor.

(3) Engin Bayrak oyunun müzikleri ve Yunus Emre Gümüş de bu müziklere eşlik eden nefis sözleri ile oyunu tamamlıyor. Dikkat çekici bir başarısı var her ikisinin de. Müzikle ilgili bir ufak alkış da Ebru Evren, Özlem Gür ve Deniz Keyf için; üçünün de sesi birbirinden farklı ve harika.

Klasik tiyatro bitiş notu: Mutlaka ama mutlaka seyredin.

Bu yorum, oyunun 03 Şubat 2009 tarihinde Ankara Şinasi Sahnesi’ndeki temsili referans alınarak yapılmıştır.

La Boheme – G. Puccini

Yazan: Giacomo Puccini
Sahneye Koyan: Flavio Trevisan
Orkestra Şefi: Tulio Gagliardo Varas
Dekor – Kostüm: Savaş Camgöz
Işık: Fuat Gök
Koro Şefi: Alessandro Cedrone
Oynayanlar: Şenol Talınlı, Arda Aktar, Esin Talınlı, Tuncer Tercan, Bülent Ateşoğlu, Cem Beran Sertkaya, Sevinç Sayın, Levent Aker, Oğuz Sırmalı, Volkan Şen, Erdem Gedik

Puccini’nin (1858 – 1924) dünya prömiyerini 1896 yılında gerçekleştirdiği 4 perdelik operası La Boheme inanılmaz dekor ve kostümleri ile ilk kez 1945 yılında Ankara’da Türk seyircisinin önüne çıkmış. Perdenin kalkması ile birlikte ilk sahneden sonuna kadar La Boheme‘in tutku dolu, hüzünlü hikayesinin içinde buluyorsunuz kendinizi.

1. Perde Şair Rodolfo (Şenol Talınlı) ile ressam Marcello’nun (Tuncer Tercan) Paris’teki evlerinin çatı katındaki fakirlikle başlıyor. Çatı katının diğer evsahipleri filozof Colline (Bülent Ateşoğlu) ve Schanuard (Arda Aktar) ile birlikte bu dörtlü kirasını ödeyemeyen, açlık çeken ve soğuk Paris kışında ısınmak için kendi eserlerini bile yakmak zorunda kalan arkadaştır. Şenol Talınlı’nın sesinin ben maalesef ilk kez dinleme şansına bu oyunda erişebildim ve kesinlikle çok etkilendiğimi söylemeliyim. Bu güçlü ve temiz Tenora eşlik eden baş yardımcı aktör rolünde olduğunu söyleyebileceğimiz Bariton Tuncer Tercan’ı da unutmamak gerekiyor. Diğer perderlerde de olduğu gibi ilk perde de ayağa kalkıp alkışlamak istediğiniz iki gizli kahraman ortaya çıkıyor: Dekor ve kostüm tasarımlarıyla Savaş Camgöz ve hatasız ışık kullanımı ile Fuat Gök. Perdenin sonunda ise şiir gibi bir Soprano karşınıza çıkıyor; Rodolfo ile aşk yaşayacak olan narin Mimi (Esin Talınlı).

2. Perde, Puccini’yi beğenmeyen (belki de kötülemek isteyen) diğer sanatçılar tarafından zamanında çok eleştirilmiş ve “yüzkarası” olarak nitelendirilmiş. Tabii perde kalkınca bu nitelemenin düşmanlıklardan ve kıskançlıklardan kaynaklandığını hemen anlıyorsunuz. Çünkü 2. perde eserin en renkli sahnesi. Bir anda sahnede onlarca kişiyi hele bir de büyükleri gibi rollerinin hakkını vermek için heyacan yaşayan çocukları gördüğünüzde etkilenmemek mümkün değil. Sahnenin her köşesinde ayrı bir hikaye yaşanıyor, gerçekten de mükemmel bir kadro. Ayrıca 2. perde sizi başka bir aşk hikayesi ve diğer Soprano ile de tanıştırıyor: Ressam Marcello’nun eski sevgilisi Musetta (Sevinç Sayın) ortaya çıkıyor. Onun duru ve neşeli sesi ile bir kere daha büyüleniyorsunuz.

3. ve 4. Perdeler Rodolfo ile Mimi arasındaki aşk hakkında ve acıklı bir sona doğru sizi hazırlıyor. Bu son iki perde de operanın her şeyini hissediyorsunuz; müzik, aryalar, hareketler, duygular, dekor, ışık,… hepsi bir anda ve bir arada kuvvetli finale doğru ilerliyor.

Bizlere nefis bir gece yaşatan, tam anlamıyla sanat ziyafeti sunan herkese yürekten teşekkürler.

Bu yorum, oyunun 21 Ocak 2009 tarihinde Ankara Opera Sahnesi’ndeki temsili referans alınarak yapılmıştır.

Kibarlık Budalası

Yazan: Moliere
Uyarlayan: İpek Kadılar Altıner
Yöneten: Hakan Altıner
Oynayanlar: Haldun Dormen, Ebru Cündübeyoğlu, Tarık Papuççuoğlu, Atılgan Gümüş, Özlem Çakar, Abdül Süsler, Elif Çakman, Dilek Aba, Oral Özer, Erez Ergin Köse

Kuvvetli bir kadroya sahip Kibarlık Budalası hakkında yazmak için epey bir bekledim sanırım. Genelde kendi Blog sayfama eklediğim tiyatro eserleri hemen her zaman “mutlaka izlemelisiniz” mesajı içeriyor. Hatta bu konuda sevgili tiyatro arkadaşım bana pek bir gülüyor. Bu nedenle Kibarlık Budalası hakkında yazmak için çok bekledim. Hem oyunu kaleme alan Moliere gibi bir dev hem de başrolde Haldun Dormen gibi büyük bir isim var. Lafı çok dolaştırmayacağım, oyunu beğenemedim. Beğenmek için kendimi samimiyetle zorladım ama olmadı. Her ne kadar zevkli ve oldukça eğlenceli bir konu olsa da, cimri bir derinliğe sahip diyaloglar canınızı sıkıyor. Ebru Cündübeyoğlu’nun hevesli oyunu bile kurtarmıyor açıkcası ve – nasıl yazacağımı bilemiyorum ama – Haldun Dormen çok yoruyor. Sanırım tecrübeli tiyatroculara egemen olan ortodoks anlayış, metnin dışına asla çık(a)mama, doğaçlamadan uzak kalma, oyuncunun diyaloglarını zorlama yapıyor. Cümleyi tam olarak hatırlamayıp, geriye dönüp baştan alması belki sanatsal ve etik olarak doğrudur ama seyreden açısından ketleyici. Kısacası yardımcı rollerin ön plana çıktığı, baş rolün ise geri planda kaldığı bir oyun. Bu sefer “mutlaka izlemelisiniz” diyemiyorum.

Oyun hakkında bilgi.
Tiyatro Kedi Internet Sitesi.

Bu yorum, oyunun 18 Kasım 2008 tarihinde Ankara Şinasi Sahnesi’ndeki temsili referans alınarak yapılmıştır.

Twilight – Alacakaranlık

Yönetmen: Catherine Harwicke
Senaryo: Melissa Rosenberg ve Stephenie Meyer (Kitap)
Yapım Yılı: 2008, ABD
Oyuncular: Kristen Stewart, José Zúñiga, Billy Burke, Robert Pattinson, Kellan Lutz, Ned Bellamy, Elizabeth Reaser, Sarah Clarke, Peter Facinelli, Cam Gigandet, Nikki Reed, Michael Welch, Justin Chon, Jackson Rathbone, Rachelle Lefevre, Stephenie Meyer, Taylor Lautner, Christian Serratos, Ashley Greene, Anna Kendrick, Matt Bushell, Brianna Womick, Gil Birmingham, Gavin Bristol, Trish Egan, Katie Powers, Ayanna Berkshire, Catherine Grimme, Sean Mcgrath, Hunter Jackson, Alexander Mendeluk, Bryce Flint-sommerville, Solomon Trimble, Gregory Tyree Boyce, Edi Gathegi

Bir Vampir filmi hayal edin ve bu filmin içinde vampirlere özgü her şeyi çıkarın (keskin ve uzun köpekdişleri dahil); elde ettiğiniz film Twilight (Alacakaranlık) olacaktır. Cullen ailesinin vejeteryan olmasının ilginçliği ve cinsellik olmadan da aşk olur metaforları dışında oldukça sıradan bir kovalamaca hikayesi. Oyuncuların performansları (özellikle baba rolündeki Billy Burke) vasatı aşamıyor. Diğer insanlara göre biraz daha soluk olması düşülen vampir ailesi o kadar tuhaf ve yapay bir deri rengine sahip ki, kasabadakiler nasıl oluyor da şaşırmıyorlar diye siz şaşırıyorsunuz. Kitabını okumadığım için hikayenin orjinaline ne kadar sadık kalındığını bilmiyorum ancak bence seyretmek için TV kanallarında boy göstermesini bekleyebilirsiniz.

IMDB Sayfası

Ful Yaprakları

Yazan: Civan Canova
Yöneten: Turgay Kantürk
Oyuncular: Özlem Güveli Türker, Özden Çiftçi, Musa Uzunlar

2009 yılında seyretme şansı bulduğu ilk oyun Ful Yaprakları oldu. Aslında oyunlara gitmeden önce çok kısa da olsa haklarında bilgi edinmeye çalıyorum ancak bu sefer yoğun bir temponun arasından hiçbir şey beklemeden ve hiçbir bilgim olmadan Ful Yaprakları‘nı seyretmeye gittim. Öyle ki, Ful Yaprakları ne demek onu bile bilmiyordum. Beklentisiz gidilen oyunların yarattığı etki çok farklı olabiliyor tabii ki; bu oyun ise sahne düzeninden, Power Point uygulamalarının şıklığına ve kurgunun ilginçliğine kadar farklı bölümlerde olumlu etki yarattı bende. Oyunun pek çok bölümünde, etkileyici anlatımlar ve davranışsal tepkiler var. Henüz seyretmenler için süprizleri bozmak istemediğim için ayrıntılı bilgi veremiyorum ancak doğum sırasında ölen bir annenin çocuğu olmak ve yaşgünün aynı zamanda annesinin ölüm yıldönümü olması, bu basit gerçek bile üzerinde düşündüğümüzde yeterince korkunç olabiliyor. Oyunun geneline hakim olan hüzünlü yapı, gerginliğin üst noktalarında zaman zaman yerini mizaha bırakarak seyircileri rahatlatıyor. Fowles, Fransız Teğmenin Kadını kitabında bir pencereden kendi romanına bakar; biz okuyucular da onun romanın içine girişine tanık oluruz. Ful Yaprakları‘nda da Civan Canova aynı deneysel etkiyi uyguluyor çok küçük bir bölümde. Bence oldukça şık, tabii daha önce benzer bir örneğini görmeseydim sanırım daha çok etkilenirdim.

Oyuncuların performansına diyecek yok. Özellikle Musa Uzunlar tam anlamıyla yaşıyor sahnede. Tek sorun ara sıra seyirciye arkasını döndüğünde ve oyun gereği kısık sesle konuştuğunda ne dediğini duymak için çok dikkatli olmak zorunda kalıyorsunuz. Onun dışında oyunun tamamı kusursuz.

Bu arada ful yapraklarının ne olduğunu merak ediyorsanız:

http://agaclar.net/forum/showthread.php?t=1270

Bu yorum, oyunun 15 Ocak 2009 tarihinde Ankara Şinasi Sahnesi’ndeki temsili referans alınarak yapılmıştır.