Anonymous

Yönetmen: Roland Emmerich
Senaryo: John Orloff
Yapım Yılı: 2011, ABD
Türkçe Adı: Anonim
Oynayanlar: Rhys Ifans, Vanessa Redgrave, David Thewlis, Sebastian Armesto, Rafe Spall, Edward Hogg, Xavier Samuel, Sam Reid, Jamie Campbell Bower, Joely Richardson, Paolo De Vita, Trystan Gravelle, Robert Emms, Tony Way

Sanatçıların anlatacakları bir şeyler vardır, yoksa ayakkabı yaparlardı.

Gelmiş geçmiş en önemli yazar ve şair sayılan William Shakespeare’ın eserlerinin kendisine ait olup olmadığı konusunda her zaman bazı kuramlar olmuştur. İnsanların ilgisini çekse de bu hikayelerin doğruluğu ile ilgili henüz bir kanıt bulunabilmiş değil. Bu nedenle Hamlet’in yazarı hala Shakespeare.

Anonymous, bu kuramlardan birisini ele alıyor. Kraliçe I. Elizabeth’in çevresinde konuşlanmış olan Cecil ailesinden kurtulmak için tiyatroyu kullanan Oxford Dükü Edward De Vere, aynı zamanda Kraliçe ile gençliğinde ilişkiye girmiş ve asla göremediği bir çocuk sahibi de olmuştur. Oxford Dükü, şanından ve şöhretinden olmamak için oyunları kendi adı ile yayınlayamaz. Amacı halka olan biteni bazen komedi bazen de trajedi eşliğinde aktarmaktır. Bunun için Hamlet’ten Romeo ve Juliet’e kadar bildiğimiz o bütün eserleri paravan bir adamın arkasından izleyicilerle buluşturur. Bu paravan adamın adı da William Shakespeare’dir. İronik olarak Shakespeare her ne kadar metinleri okuyabilse de yazamamaktadır. Kendini oyunculuğa adadığı için hiçbir zaman yazmayı öğrenmeye zaman ayırmayan bu adamın ismi bütün İngiltere’de duyulmaya başlar. Oyunların verdiği mesajlar hem halka hem de kraliçeye ulaşır ama Cecil de boş durmayacaktır.

Shakespeare’den bahseden bütün filmlerde onun karizmatik ve görkemli duruşuna alıştığımız için filmdeki cahil, sarsak ve kötü kalpli Shakespeare tanımlaması gerçekten çok tuhaf geliyor. Hikayenin kurgusu o kadar başarılı ki, gerçek olma ihtimalinin hiç de uzak olmadığını düşünmeye başlıyorsunuz. Oyunlardan yapılan alıntılar, tiyatronun büyülü ortamını gösteren sahneler ve İngiliz kraliyet ailesi hakkındaki cesur yorumlar filmi oldukça ilgi çekici yapıyor.

IMDB Sayfası

Sevgili Gökyüzü | Mektup

Sevgili Gökyüzü,

Sana yazmak için güzel bir gün bugün. TV’deki sunucuların “parçalı bulutlu” dedikleri durumdasın. Parça parça ve bulutlu… ve aynı zamanda açık, ve mavi, ve parlak ve eskisi gibi. Evsahipliğini yaptığın büyük bir bulut parçasını oradan oraya koşturmanı seyrediyorum aralardan görebildiğim kadarı ile. Hafif bir grilik seni esir almak ister gibi.

Ama…

Ama o kadar büyüksün ki. Griler kayboluyor içinde, siyahlar yok oluyor sessizce, maviler artıyor, renk renk, ton ton, ışık ışık dört bir yana uzuyorsun. Sanki her şeyi ve herkesi sarmak için acelen var gibi, sanki bugün olmazsa başka hiçbir gün olmaz gibi. Koskoca gökyüzü çocuk gibi seviyor sardığı her şeyi. Üstelik her gün, her saat, her dakika… tek bir an bile pes etmeden, tek bir an bile bıkmadan, tek bir an bile planlamadan. Sırf sen istediğin için sarmalıyorsun her şeyi yeterince cesur, yeterince çok, yeterince renkli.

Gece olduğunda, sevgili Gökyüzü, rengin siyaha solacak maviden. Önce lacivert olacaksın siyaha yakın, sonra kaçınılmaz siyah gösterecek şu anda sakladığın parıltıları. O siyah da sana ait olacak, aynı diğer renkler gibi. Sana ait ve senden olacak. Gece olduğunda da ben sana aynı bakıyor olacağım bu yüzden, tek tek yıldızları saymaya çalışacağım, bir yerde mutlaka karıştıracağım sayıyı, yeniden ve yeniden, tekrar tekrar sayacağım. Ta ki istediğim yıldızı bulana kadar tek tek hepsine bakacağım. Gece olunca, sevgili Gökyüzü, ben de sana katılacağım. Gece ikimizin olacak, sadece sen ve ben… seyircisiz, seyredensiz, seyredilensiz olacağız. Ben yine sana konuşacağım, sen yine beni dinleyeceksin.

Herkesin sırrına sahip Gökyüzü, kederin düştü bugün toprağa, tam da yerinde, tam da zamanında. Bilemedim ben, biten bir üzüntünün son damlaları mıydı onlar yoksa yeni başlayan bir çaresizliğin ilk işaretleri mi?… Bilemedim ben. Bilemediğim pek çok şey gibi, bunu da bilemedim. Bilememe rağmen seçtiğim her yol gibi sen de nereye düşeceğini bilemeden mi ağladın?

Sevgili Gökyüzü, tam şu anda uzanmalısın.
Sevgili Gökyüzü, tam şu anda doldurmalısın boşlukları.
Sevgili Gökyüzü, tam şu anda… tam da burada.

DK

127 Hours

Yönetmen: Danny Boyle
Senaryo: Danny Boyle, Simon Beaufoy
Yapım Yılı: 2010, ABD
Türkçe Adı: 127 Saat
Oynayanlar: James Franco, Amber Tamblyn, Kate Mara, Sean Bott, Koleman Stinger, Treat Williams, John Lawrence, Kate Burton, Bailee Michelle Johnson, Parker Hadley, Clemence Poesy, Fenton Quinn, Lizzy Caplan, Peter Joshua Hull, Pieter Jan Brugge

127 Hours, genç bir dağcı olan Arol Ralston‘un gerçek hikayesini anlatıyor. 2003 yıılında Utah’daki Bluejohn Kanyonuna giden Arol, kanyondaki yürüyüşü sırasında bastığı bir kaya parçasının gevşemesi neticesinde kanyonun içine düşer ve o kaya da sağ kolunu kanyon duvarına sıkıştırır. Kolunu oradan kurtaramayan Arol, tam 6 gün boyunca ölümle yaşam arasında kalır. Elindeki su ve yiyecek yeterli değildir, bu yüzden kendi idrarını da içmek zorunda kalır. Ancak asıl önemli sorun nereye gittiğini kimseye söylememiş olmasıdır. Ne ailesi ne de arkadaşları onun güzergahı hakkında bilgi sahibi değidir. Bu, doğal olarak Aron’un hayatını ciddi anlamda tehlikeye sokacak bir durumdur. Üstelik sağ kolu parmaklarından itibaren morarmaya da başlar ve eğer kendisini kurtaramazsa orada ölüp gideceği çok açıktır.

Aron Ralston’un gerçek hikayesine birebir sadık kalan film aslında tam olarak burada başlıyor diyebiliriz. Ölmemek için Aron’un gerçekten cesur bir karar vermesi ve üstelik bunu da uygulaması gerekmektedir: Kendi kolunu kesmek. Böyle bir karar zaten kulağa çok hoş gelmez ama daha kötüsü bu işlemi yapmak için kullanabileceği Çin malı, ucuz ve hiç de keskin olmayan bir çakıdır. Bayılmadan, yarım bırakmadan bir seferde kolunu kesmek dışında hiçbir kurtuluş umudu olmayan bu genç adamın cesaretine hayran kalacaksınız. Olayın gerçekten yaşanmış olduğunu bilmek dışında filmin özellikle bu bölümdeki sahnelerinin kurgulanış ve çekiliş biçimi insanı çok etkiliyor. Aynı mekanda geçen ve başından sonuna ne yapılacağı belli olan sahneler olmasına rağmen soluğunuzu tutarak izliyorsunuz. Yönetmen Danny Boyle gerçekten çok iyi bir iş çıkarmış.

Aron Ralston’un yanındaki video kamerayı kullanarak yaptığı çekimler ve orada kendi hayatını yeniden değerlendirmesi filmin etkili yerlerinden birisi. Gerçek olayın video kayıtlarına ise internet üzerinden erişmeniz mümkün. Filmin belki de en etkili cümleleri Aron’un kayanın onu beklediğini anlattığı cümleler:

You know, I’ve been thinking. Everything is… just comes together. It’s me. I chose this. I chose all this. This rock… this rock has been waiting for me my entire life. It’s entire life, ever since it was a bit of meteorite a million, billion years ago. In space. It’s been waiting, to come here. Right, right here. I’ve been moving towards it my entire life. The minute I was born, every breath that I’ve taken, every action has been leading me to this crack on the out surface.

Milyarlarca yıl önce bir şekilde dünyaya düşen bu kayanın bütün yaşamı boyunca onu beklediğini anlatıyor. Kimsenin kolay kolay geçmediği bir yerde, bir kaya parçası doğduğu günden bu yana Aron’un gelmesini bekliyor ve Aron da adım adım her gün ona yaklaşıyor ve sonunda o kaya kolunu alıyor. Her ne kadar biraz kaderci bir bakış açısı gibi görünse de öyle olmadığını söylemenin zor olduğu bir örnek gibi geliyor bana. Hayatının herhangi bir yerindeki ufacık bir değişiklik bile Aron’u o kayadan uzak tutmaya yeterdi – yeterdi ama bunun daha iyi bir hayat olacağını kimse garantileyemez.

IMDB Sayfası

50/50

Yönetmen: Jonathan Levine
Senaryo: Will Reiser
Yapım Yılı: 2011, ABD
Oynayanlar: Joseph Gordon-Levitt, Seth Rogen, Anna Kendrick, Bryce Dallas Howard, Anjelica Huston, Serge Houde, Andrew Airlie, Matt Frewer, Philip Baker Hall, Donna Yamamoto, Sugar Lyn Beard, Yee Jee Tso, Sarah Smyth, Peter Kelamis, Jessica Parker Kennedy

“See, but… that’s bullshit. That’s what everyone has been telling me since the beginning. “Oh, you’re gonna be okay,” and “Oh, everything’s fine,” and like, it’s not… It makes it worse… that no one will just come out and say it. Like, “hey man, you’re gonna die.

27 yaşında, bir sırt ağrısı şikayeti ile doktora giden Adam (Joseph Gordon-Levitt) kanser olduğunu öğrenir. Hiç sigara içmeyen, içki içmeyen, sürekli spor yapan, temiz ve titiz Adam’ın omuriliğine yerleşmiş olan tümörün onun ölümüne yol açma olasılığı ise istatistiklere göre %50’dir. Adam ve çevresindeki insanlar kendi yöntemleri ile bu gerçekle yüzleşmek ve Adam’a destek olmak için ellerinden geleni yapacaklardır.

Adam’ın kız arkadaşı Rachael (Bryce Dallas Howard), bu süreçteki en zayıf halka gibi görünmektedir. Hikayenin başından itibaren sadece kendi hayatı ile ilgileniyormuş ve ne istediğini bilmiyormuş gibi bir izlenim çizen Rachael için Adam’ın hastalığı beklenmedik olduğu kadar rahatsız edici bir haber olacaktır. Rachael’den hiç hoşlanmayan Kyle (Seth Rogen) ise daha ilk andan itibaren yakın arkadaşının en büyük destekçisidir. Filmde Kyle hem çok iyi bir erkek arkadaş rolünde hem de komedi unsuru onun üzerine yerleştirilmiş. Hikayenin kalanında bir ölüm – kalım konusu işlendiği için, bu ağır havayı dağıtmak ve açıkcası seyirciye de nefes aldırmak için Kyle en önemli karakter olarak ön plana çıkıyor. Bir yandan onun arkadaşının hastalığını kullanarak kızlara yaklaşmaya çalışacak kadar bencil olarak algılıyoruz ama bir yanda da aslında ne kadar acı çektiğinin farkına varıyoruz. Kyle, gerçek bir arkadaş modeli çiziyor. Ölümden korktuğunu belli etmemeyen çalışan genç bir adam, onu kaybetmekten korkan arkadaşı ve ailesi, profesyonel olarak yardım etmeye çalışırken farklı şeyler hissetmeye başlayan bir psikolog ve bir sevgili arasında geçen %50 şanslık bir yaşam mücadelesi baştan sonra dikkatlice ve keyifle izlenecek bir film haline gelmiş.

Dram ve komedi unsurlarının çok iyi dengelendiği bir film. Genelde kanser ya da benzeri kronik / ölümcül hastalıklarla ilgili bazı filmlerde gördüğümüz abartılı trajediler (ki olayın kendisi trajiktir zaten) ya da hafife alan sululuklar yok. Başından sonuna ders vermeden, abartmadan, seyirciyi hırpalamadan anlatılan bir öykü söz konusu. Ufak ayrıntılar özellikle Adam’ın en iyi arkadaşı Kyle ile olan ilişkisi filmin güzel sahnelerini oluşturuyor. Adam rolündeki Joseph Gordon-Levitt’in de çok başarılı bir performans sergilediğini söyleyelim.

Ölüm ya da ölüme yaklaşmak konusunda pek çok şey söylemek mümkün. Bununla ilgili oldukça geniş bir bilimsel literatür var. Ancak Adam’ın söyledikleri aslında her şeyi özetliyor gibi: “… Herkes bana iyi olacağımı söylüyor… hiç kimse ortaya çıkıp ahbap sen ölüyorsun demiyor…”. “Her şey geçer”, “her şey iyi olacak”, “güzel günler gelecek” ilüzyonlarının bizim hayatımız için ne kadar önemli olduğunu biliyoruz ve evet filmler de bunu destekliyor zaten ama her şeyin her zaman geçeceği ya da her şeyin eninde sonunda güzel olacağı sadece istatistiksel bir ortalamaya işaret ediyor (regression toward mean); daha fazlasına değil. Belki de bu yüzden yaşadığımız şeyleri henüz yaşarken sahiplenmek bu kadar önemli. Yoksa hepimiz nasıl olsa birgün öleceğiz.

IMDB Sayfası

Children of Men

Yönetmen: Alfonso Cuaron
Senaryo: Alfonso Cuaron, Timothy J. Sexton, David Arata, Mark Fergus, Hawk Ostby ve P.D. James (roman)
Türkçe Adı: Son Umut
Yapım Yılı: 2006, ABD, İngiltere
Oynayanlar: Julianne Moore, Clive Owen, Chiwetel Ejiofor, Juan Gabriel Yacuzzi, Michael Caine, Mishal Husain, Rob Curling, John Chevalier, Rita Davies, Charlie Hunnam, Kim Fenton, Danny Huston, Chris Gilbert, Phoebe Hawthorne, Rebecca Howard

Yıl 2027. Dünyanın hemen her tarafı yıkım içerisinde; savaşlar, fakirlik, terör, sağlık sorunları ve bütün bunlar yetmezmiş gibi nedeni bilinmeyen bir kısırlık. 18 yıldır tek bir hamilelik bile yaşanmamış durumda ve insan ırkı tamamen yok olmayla karşı karşıya. Her nedense yaşanabilen tek yer olan İngiltere de bile hergün yollarda insanlar terör yüzünden hayatını kaybediyor. Bir yanda yokluk ve sefalet çeken mülteciler, diğer yandan devlet ve onların karşısında mültecilere daha insani yaşam koşulları sağlanması için çabalayan aktivistlerin mücadelesi… ve üstelik tamamen yok oluşa doğru giden insanlık…

Bu karmaşanın içerisinde bir anda ortaya çıkan hamile bir kadın ve onu korumak için hayatını tehlikeye atacak olan kendi halinde bir adamın hikayesi Türkçeye “Son Umut” olarak çevrilmiş. Gerçekten de insanlık için son umut, bu kadının sağlıklı bir doğum yapabilmesi ve bu sayede Human Project konusunda çalışan bilim insanlarının halihazırdaki yokoluş sürecine müdahale edebilecek bilgilere sahip olması. Tabii bütün bunların olabilmesi için hem kadının hem de karnındaki bebeğin güvenliğinin öncelikli olarak sağlanması gerekiyor.

Children of Men, oldukça yüksek tempolu bir film. Bütün dünyayı saran kısırlığın nedeni hakkında bize bir ipucu verilmiyor (ya da verilemiyor) ama hiç bir yeni doğumun olmadığı bir dünyanın yaratabileceği stres ve kaygı çok iyi işlenmiş. Filmin en kuvvetli iki yönü figuran zenginliği ve zaman zaman değişen kamera kullanımları. Çatışma sahnelerin bir kısmındaki aktüel kamerayı andıran gerçekçi görüntüler filmin etkisini artırmış. Görece kısa rolleri olan Julianne Moore ve Michael Caine zenginleştirici karakterler olarak ortaya çıkıyorlar. Finale yakın bölümlerin ve hatta finalin farklı şekillerde düşünülmesi belki mümkün olabilirdi ama bu hali ile de ilgi çekici bir film. Binlerce canlı türünün yokolduğu dünyada ara sıra bizim de tümden yok olabileceğimi düşünmek hoş bir zihinsel egzersiz.

IMDB Sayfası