A Ma Soeur (Kızkardeşim)

Yönetmen: Catherine Breillat
Senaryo: Catherine Breillat
Yapım yılı: Fransa / İtalya, 2001
Oynayanlar: Anais Reboux, Roxane Mesquida, Libero De Rienzo, Arsinee Khanjian, Romain Goupil, Laura Betti, Albert Goldberg, Odette Barriere, Ann Matthijsse, Pierre Renverseau, Jean-Marc Boulanger, Frederick Bodin, Michel Guillemin, Josette Cathalan, Claude Sese

Türkçe’ye Kızkardeşim olarak çevrilen A Ma Soeur, Amerika’da Fat Girl (Şişman Kız) ismiyle oynadı. Son yıllarda seyrettiğim en rahatsız edici filmlerden birisi. Gerginliğin ve hüznün hep dorukta olduğu filmde iki kız kardeşin ergenlik hikayesi anlatılıyor. Kardeşlerden birisi Elena (Roxane Mesquida) 15 yaşında güzel bir genç kızdır; kardeşi Anais (Anais Reboux) ise onun 12 yaşındaki şişman kardeşidir. Elena, güzelliğin farkında olan ve bunu erkekler karşısında gösterme konusunda pek de çekingen davranmayan ve hemen büyümeye çalışan bir kızdır. Sırf bu nedenle ailesi ile birlikte çıktığı tatilde gönlünü – oldukça hızı bir şekilde – İtalyan bir üniversite öğrencisine kaptırır. italyan gencin (Fernando) tek amacı Elena ile birlikte olmaktır ve bu konuda henüz hiçbir cinsel deneyimi olmayan Elena’yı ikna etmek için evlenecekleri konusunda söz vermekten de çekinmez. Bütün bu olan biteni seyretmek zorunda kalan Anais ise hem cinsel yaşamı merak etmekte hem de ablasına bu konuda destek vermekten çekinmemektedir. Başka insanların onların cinsel yaşamına karışamayacağına dair görüşü baskın çıkmaktadır. Ancak Elena’nın kardeşiyle birlikte kaldıkları odada Fernando ile birlikte olması ve ilk cinsel deneyimini yaşaması Anais için ufak bir travmadır.

Filmin üçte ikilik bölümü iki kızkardeş arasındaki ilişki üzerine kurulu. Her iki genç oyuncunun performansını alkışlamak dışında bir şey yapma şansımız yok. Tecrübeli oyuncuların bile zorluk çekebilecekleri sahneleri hatasız oynamışlar. Filmin genel olarak oldukça sert sahnelerin olduğunu da düşünürsek bu başarı daha da önemli bir hale geliyor. Bu sert sahnelerin seyirci açısından da rahat izlenemeyeceğini belirtmeden geçemeyeceğim. Sadece cinsellik açısından değil, seyircide yarattığı olumsuz duygular açısından da zor bir film. Özellikle daha genç olan Anais Pingot’un oynadığı sahneler gerçekten çok sıradışı.

Filmin finali tamamen süpriz. Her ne kadar final sahnesini teknik olarak çok beğenmesem de süpriz etkisini yabana atamayacağım. Bu sahneden hemen önce yaklaşık 10 dakika kadar süren bir yol sahnesi var; bu yol sahnesinde anne ve iki kızı eve dönüş yolundadır. Aslında görünürde olağanüstü hiçbir şey yoktur ama yol uzadıkça ve yol sahnesi bitmedikçe Catherine Breillat‘ın yarattığı gerilim doruk noktasına ulaşıyor ve her an bir kaza olacağını beklemeye başlıyorsunuz. Kaza olmadığını söyleyeyim ama ne olduğunu filmin kendisine bırakalım.

Rahatsız edici filmlerden hoşlanıyorsanız, iyi bir örnek.

IMDB Sayfası

Doğan Kökdemir
dogan@kokdemir.info

Kosmos

Yönetmen: Reha Erdem
Senaryo: Reha Erdem
Yapım Yılı: Türkiye, 2010
Oynayanlar: Sermet Yeşil, Türkü Turan, Saygın Soysal, Serkan Keskin, Nadir Sarıbacak, Suat Oktay Şenocak, Cüneyt Yalaz, Korel Kubilay, Sencer Sağdıç, Murat Deniz, Hakan Altuntaş, Akın Anlı, Asil Büyüközçelik

2010 yılında sessiz sedasız vizyona giren ve pek çok ödül olan Kosmos hakettiğinden daha az ilgi gören filmlerden birisi. Türk filmlerinin en azından sayı olarak inanılmaz bir grafiğe ulaştığı son yıllarda, görece daha farklı konulardan bahseden, anlaşılması zor ya da sinema seyircileri tarafından daha sanatsal bulunan filmlerin ses getirmemesine aslında alıştık. Türk filmleri söz konusu olduğunda, seyirciye komedi dışında bir şeyler sunmak galiba oldukça riskli.

Kosmos (Sermet Yeşil) ile filmin ilk sahnesiyle tanışıyoruz. Karların üzerinden koşarak ve aynı zamanda da ağlayarak küçük bir sınır şehrine (Kars) gelen Kosmos, hem görünüşü itibariyle hem de doğaüstü iyileştirme gücü ile tuhaf bir adamdır. Filmin hemen başında dereye düşmüş olan ve ölmüş gibi görünen ufak bir erkek çocuğunu hayata döndürür ve kıyıdan onu endişeli gözlerle izleyen genç kızla da (Neptün; Türkü Turan) böylelikle arkadaşlığı başlamış olur. Kosmos ve Neptün, cinselliğe hiçbir zaman ulaşmayan değişik bir aşk yaşarlar birbirleriyle. Ancak film sadece bu aşk üzerine kurulu değil; hatta filmin küçük bir bölümünün bu aşkı anlatıyor olduğunu bile söyleyebiliriz. Asıl hikaye Kosmos’un yaşam ve ölüm gibi kavramlarla ilgili düşünceleri ve bunları şehrin ahalisine yavaş yavaş anlatmasıdır. Filmin başından sonuna kadar Kosmos’un yarattığı mucizelerin ne kadar gerçek, ne kadar yanıltma olduğu sorusu hep aklınızda kalıyor. Mucizler olduğu doğru ama karakter o kadar güzel tasarlanmış ki, doğaüstü güçleri olan kudretli bir kahramandan çok, olan biteni anlamaya ve gördüklerini anlatmaya çalışan bir çocuğu izliyoruz. Sadece çay içen ve kesme şeker yiyerek beslenen bu çocuk, varoluşçuların bulantı olarak tanımladığı bir hissi yaşıyor gibi. Hayvanlarla insanların aslında aynı şeyleri yaşadığını söylerken ya da her şeyin tabiatta bir yeri olduğunu ve onu bulmaya çalıştığını iddia ederken tam bir filozof havasına bürünüyor ama karşısına Neptün çıktığında bütün o filozof hava kayboluyor ve onu görebilen birisini bulmanın heyecanı ile çıldırasıya keyifleniyor.

Reha Erdem, filmin görüntülerinin seçiminde daha çok fotoğrafçı gibi davranmış. Gerçekten de öyle görüntüler ve sahneler var ki, çok iyi bir fotoğrafçının elinden çıkmış gibi iyi düşünülmüş ve ayarlanmış görünüyor. Bu, bazı sahnelerde biraz durağanlık ve tekrar yaratıyor olsa da, bir bütün olarak bakıldığında görüntüleri seyredenlerin belleğine kazıyor. Filmde şehrin adı verilmiyor, ancak komşu (ve düşman görünen) başka bir ülkeyle sınır olduğu bilgisini alıyoruz. Zaten bu nedenle şehirde sınırın açılmasını isteyen ve istemeyen grupların da ayrıca mücadelesi var. Filmin ortalarına doğru Mehmet Aksoy‘un ucube polemiğine konu olan İnsanlık Anıtı‘nı görünce o ana kadar oluşturduğunuz kanının doğru olduğunu farkediyorsunuz.

Kosmos, iyi düşünülmüş bir hikaye. Ben, kişisel olarak Kosmos karakterinin söylemlerini daha fazla duymak isterdim açıkcası. Konuştuğu yerlerde varoluş ve hiçlik kavramları hakkında çok güzel saptamalarda bulunuyor ama filmin içerisinde bu tür konuşmaların süresi çok yeterli gelmedi bana. Ek olarak, karakterin Allah inancı net olarak verilmiş ama bu kadar çok sorgulayan bir karakterin zaman zaman kolaya kaçıp cevapları Yaratıcı’da arıyor olması sanki biraz abartılmış gibi geldi bana. Ancak yine de çok ciddi bir tutarsızlık olmadığını belirtmeliyim. Unutmadan Sermet Yeşil‘in Kosmos karakteri için çok ama çok iyi bir seçim olduğunu da ekleyelim.

Temposunu kaybetmeyen, izleyici merakta bırakan ve sadece görsel olarak değil seçilen müzikleriyle de etkileyici olan bir film. Arşivlerde olması gereken bir yapım.

IMDB Sayfası
Kosmos Filminin Resmi İnternet Sitesi

Doğan Kökdemir
dogan@kokdemir.info

Black Swan (Siyah Kuğu)

Yönetmen: Darren Aronofsky
Senaryo: Mark Heyman, Andres Heinz
Yapım Yılı: ABD, 2010
Oynayanlar: Natalie Portman, Mila Kunis, Vincent Cassel, Barbara Hershey, Wiona Ryder, Benjamin Millepied, Ksenia Solo, Kristina Anapau, Janet Montgomery, Sebastian Stan, Toby Hemingway, Sergio Torrado, Mark Margolis, Tina Sloan, Abraham Aronofsky

New York’un rekabetli ortamında başarıya ulaşmaya çalışan bir balerinin muhteşem hikayesi. Kuğu Gölü’nün farklı bir uyarlamasında baş rolü almak için uğraşan Nina Sayers (Natalie Portman), hem Kuğu Gölü’nde hem de kendi hayatında birbiri ile çatışan Beyaz Kuğu Prenses Odette ile Siyah Kuğu olan kötü kızkardeş Odile arasında gidip gelir. Sahnede gayet normal ve beklendik olan bu ikiliem kendi hayatına da yansıyınca ortaya ilginç, gerilimli, tempolu bir hikaye çıkar.

Sanat dünyasının belki de en acımasız alanlarından birisi olan balede, Nina’nın uğraşması gereken sadece kendi dans becerisi değildir kuşkusuz. Annesinin gölgesi hemen her adımda onu takip eder. Sadece annesi değil bale grubundaki diğer balerinle de yaşadığı sorunlar, yalıtılmışlık hissi ve gitgide artan ve kontrol etmekte zorluk çektiği hırsı onu yavaş yavaş Odile’e döndürmeye başlar. Nina, filmin başında Prenses Odette kadar saf ve çekingen bir karakterken, sonlara doğru Siyah Kuğu’ya dönmeye başlar. Bu, yıllarca sakladığı tutkuyu bir anda dışarı bırakan bir genç kadının hikayesidir.

Oscar ödülleri hakkında her zaman tartışmalar olur. Bu filmde Natalie Portmen, 2010 yılı Oscar ödüllerinde en iyi kadın oyuncu ödülünü aldı ama hem filmin hem de yönetmenin ödül almaması sanırım süpriz oldu. Aronofsky’nin yönetmenlik dehası filmin her yerinde, her ayrıntısında hissediliyor ama bence asıl başarısı filmi bir klasik müzik bestesi kalitesinde sunuyor olması. Zaman zaman yavaşça yükselen tempo, tam zirvede arka arkaya yaratılan gerilimler ve sonunda tekrar seyirciye bıraktığı dinlenme zamanları düşünülürse film gerçekten çok iyi tasarlanmış ve yönetilmiş. Belki tek eleştirim Odile karakterinin filmin özünü oluşturmasına rağmen Odette’ye kıyasla çok az bir yer kaplaması olur. Sahnedeki Odile, hiç değilse, çok daha kuvvetli kullanılabilirdi diye düşünüyorum.

Bu filmi beğendiyseniz ve biraz daha bale seyretmek istiyorsanız, 1948 yılı yapımlı klasik bir film olan Red Shoes (Kırmızı Papuçlar) filmini şiddetle öneririm.

Filmin IMDB Sayfası

Av Mevsimi

Yönetmen: Yavuz Turgul
Senaryo: Yavuz Turgul
Yapım Yılı: 2010, Türkiye
Oynayanlar: Şener Şen, Cem Yılmaz, Çetin Tekindor, Melisa Sözen, Okan Yalabık, Rıza Kocaoğlu, Nergis Çorakçı, Mustafa Avkıran, İbrahim Bozgüney, Mahir İpek, Cansu Koç, Jeffi Medina, Emine Şans Umar

Av Mevsimi bir Cem Yılmaz filmidir. Diğer oyunculardan ve Yavuz Turgul gibi önemli bir yönetmenden bahsetmeden önce Cem Yılmaz’ın adını söylemenin bir haksızlık olmayacağını umarak, bu filmin öne çıkan iki isminden ilkinin Cem Yılmaz olduğunu söylemek istiyorum. Oynadığı İdris karakterinin hakkını fazlasıyla veren Cem Yılmaz, özellikle abartısız / temiz oyunu ile harika bir iş çıkarıyor. Daha önce görmeye pek de alışık olmadığımız bir tarzı deniyor olması ve üstelik bu tarzı, kişiliği, davranışı “gerçek” bir kişi gibi yansıtmayı başarması alkışlanacak bir performans. Filmde, İdris karakteri başlı başına ilgi çekici zaten ve böyle bir karakter için Cem Yılmaz’ın seçilmiş olması da çok başarılı bir karar. Belki de filmde bu karakterin biraz daha merkeze çekilmesi, kurgunun daha çok onun üzerinde olması tercih edilebilirdi diye düşündüm. Aslında Av Mevsimi polisiye bir film gibi görünse de, amacınız “katil kim?” sorusuna odaklanmamalı. Hatta buna odaklandığınızda hayal kırıklığı yaşayabilirsiniz çünkü filmin ikinci yarısının başlarında olayın devamını tahmin etmeniz pek de zor olmuyor. Ancak, Yavuz Turgul’un anlatmak istediği hikaye sanırım bundan biraz daha farklı; “av – avcı” metaforları, “ölüm kokusu”, “aşk”, “yaşlılık”… gibi kavramlar tek tek ele alınabilir nitelikte. Benim filmde gördüğüm tek sorun da bu; özellikle “av – avcı” hikayesinin daha iyi işlenmesi gerekirdi diye düşünüyorum. Özellikle bir sürü şey anlatılmak istenmiş ama hiçbirine kıyılamadığı için her bir olması gerekenden az anlatılmış gibi. “Film idris üzerine kurgulanmalıydı” derken anlatmak istediğim de bu. Av Mevsimi, çok önemli konuları, oldukça güzel bir biçimde ele alırken toplamını yaklaşık 140 dakikaya sığdırmak zorunda kalınca erken bitmiş bir filme dönüşüyor.

Filmin bence ikinci önemli karakteri Hasan rolündeki Okan Yalabık. Antropoloji okumuş olan bu genç adamın yaşadığı çelişkiler, korkular, beklentiler… de en az İdris karakterinde olduğu gibi canlı ve dikkat çekici. Okan Yalabık’ın performansı ise gerçekten üst düzeyde. Her ne kadar rolü görece daha kısıtlı olsa da yarattığı Hasan karakteri bizi kendisine çekiyor. O da daha çok işlenmesi gereken karakterlerden birisi. İlk defa bir filmde Çetin Tekindor’u fazla beğenmediğimi itiraf etmeliyim. Neden beğenmediğimi açıklama konusunda zorluk çekiyorum ama sanırım oynadığı rol çok bildik, tanıdık bir karakter tipi olduğu için çekici gelmedi. Açıkcası o rolü herhangi bir başka aktör de oynayabilirdi. Tekindor’un oynadığı rollerde, o rolü kendisine göre değiştirdiğine çok tanık olduğumuz için Av Mevsimi‘ndeki performansı bana biraz “normal” geldi açıkcası. Hatasız… ama “normal”. Benzer bir analizi Şener Şen için de söylemek lazım; o da karşımıza çok tanıdık bir rolle çıkıyor ama aynı Tekindor gibi Şener Şen’in de oyununda hata bulmamız imkansıza yakın.

Filmin cinayet yeri, emniyet ve gece sokak çekimleri çok başarılı. Ses, ilk defa bir Türk filminde çok iyi düzenlenmiş. Sadece filmin başında ve sonunda fonda duyduğumuz genç kız sesi ve zaman zaman kullanılan “eko”lar kulağa pek hoş gelmiyor. Ancak onun dışında teknik açıdan da oldukça tatmin edici bir film olduğu söylenebilir.

Av Mevsimi Resmi İnternet Sitesi
IMDB Sayfası

Red Shoes (Kırmızı Papuçlar)

Yönetmen: Michael Powell ve Emeric Pressburger
Senaryo: Hans Christian Andersen (masal) ve Emeric Pressburger
Yapım Yılı: 1948, ABD
Oynayanlar: Anton Walbrook, Marius Goring, Moira Shearer, Jean Short, Gordon Littmann, Julia Lang, Bill Shine, Leonide Massine, Austin Trevor, Esmond Knight, Eric Berry, Irene Browne, Ludmilla Tcherina, Jerry Verno, Robert Helpmann

Andersen Masallarından esinlenerek senaryolaştırılan Red Shoes 1940’ların en önemli dans filmlerinden birisidir. Masal, dansa tutkulu bir genç kızın edindiği kırmızı papuçların büyüsünü anlatır. Papuçlar o kadar kuvvetli bir büyüye sahiptir ki, küçük balerin yorgunluktan ölene kadar dans etmek zorunda kalır. Tutkusu aynı zamanda kendisinin sonu da olur.

Red Shoes, yukarıdaki hikayenin modern bir versiyonu gibi. Dans etmek dışında hiçbir amacı olmayan Victoria Page (Moira Shearer), onun yeteneğini keşfeden ve zirveye taşıyan Boris Lermantov (Anton Walbrook) ve nihayet filme aşk hikayesini katan Victoria’nın sevgilisi, yetenekli besteci Julian Craster (Marius Goring) sahne dünyasının büyülü atmosferinde oldukça insani duygulara yaşamaktadırlar. Victoria Page ile Boris Lermantov arasında filmin ilk bölümündeki bir diyalog oldukça dikkat çekici. Lermantov, Page’e “Neden dans etmek istiyorsun?” diye sorar, Page’in cevabı basittir “Peki siz neden yaşamak istiyorsunuz?”. Page’in baleye, dans etmeye olan tutkusu ile tam bir yetenek avcısı olan Lermantov’un zekası birleşince geriye bir tek müzik kalır ve onu da genç yetenek Craster halleder. Birlikte sahneye koydukları ilk dans gösterisi Red Shoes olur. Gösteri o kadar çok övgü alır ki, kahramanlarımız hemen yeni bir gösteri planlamaya başlarlar.

Filmin son bölümü, ikinci gösterinin hazırlıklarını kapsamaktadır. Aslında her şeyin yolunda gitmesi gerekirken Page ve Craster arasında filizlenen aşk Lermantov tarafından hiç hoş karşılanmaz. Burada, Lermantov’un gerçekten aşkı, özellikle Victoria Page’in sanatını yok etmeye yönelik bir tehlike olarak mı gördüğünü yoksa kendisinin de Page’e aşık mı olduğunu anlamakta güçlük çekiyoruz. Büyük ihtimalle her ikisinin de payı var. Aşık olan ve yakın gelecekte evlenerek farklı bir dünyaya adım atma riski bulunan bir balerinin Lermantov’un işine çok yaramadığı açık ama aynı zamanda Page’in sahnedeki nefes kesen performası ve güzelliği karşısında hiç kimse Lermantov’dan kayıtsız kalmasını da bekleyemezdi sanırım. Film, bu sorunun çözülmesine yönelik girişimleri anlatıyor ve süpriz bir sonla da bitiyor.

Bale konusunda bilgi sahibi olmadığım için filmdeki sahne performansları hakkında yorumda bulunmam doğru olmayacaktır. Ancak filmde önemli bir uzunlukta bale gösterisi var ve açıkcası büyük bir zevkle izliyorsunuz. Victoria Page rolündeki Moira Shearer, bu rol için galiba olabilecek en iyi isim. Hem fiziksel özellikleri oynadığı role çok uygun hem de Page’in tutkusunu ve zaman zaman çaresizliğini nefis yansıtıyor. 2006 yılında hayata gözlerini yuman bu ünlü balerin, Red Shoes‘da kelimenin tam anlamıyla muhteşem. Aynı olumlu yorumları diğer iki önemli karakteri oynayan Anton Walbrook ve Marius Goring için de söyleyebiliriz. Tabii ki özellikle dans sahnelerinde yıldızlara yardımcı olan diğer oyuncuların da katkısı tartışılmaz.

Filmin teknik özelliklerinden bağımsız olarak, Red Shoes, bize yaşamımızın anlamını sorgulamaya yönelik ipuçları içeren tutku dolu bir film. İstedikleri işle uğraşan insanların şansını, mutluluğunu ve doğal olarak da karşılaştıkları açmazları kuvvetli bir şekilde dile getiriyor. Adı gibi kırmızı bir film.

IMDB Sayfası