Pleasantville

Yönetmen: Gary Ross
Senaryo: Gary Ross
Yapım Yılı: 1998, ABD
Oynayanlar: Tobey Maguire, Reese Witherspoon, William H. Macy, Joan Allen, Jeff Daniels, J. T. Walsh, Don Knotts, Marley Shelton, Jane Kaczmarek, Giuseppe Andrews, Jenny Lewis, Marissa Ribisi, Denise Dowse, McNally Sagal, Paul Morgan Stetler,

1998 yapımı Pleasantville, üzerinden çok zaman geçmesine rağmen hala güncelliğini koruyan ve koruyacak olan bir konuyu işliyor. Aslında film, özellikle Türkiye’de gerektiği kadar ilgi çekmedi; biraz eski bir film olması nedeniyle yeni kuşak da bu filmi pek tanımıyor.

Film, Pleasantville isimli bir TV dizisinin içinde geçiyor. Fantastik bir başlangıcı ve olay kurgusu olmasına rağmen, göze batan aşırılıklardan ya da abartılardan kaçınılmış. İnsanların, kendi yaşamlarında engellemek zorunda kaldıkları pek çok duygu / istek vardır. Bazen birisine aşık olursunuz ama “diğerleri neder” kaygısı ile aşkınızı itiraf edemezsiniz, çok öfkelendiğinizde eğer karşınızdaki kişi sizden statü olarak yüksekse öfkenizi dinlendiremezsiniz, bazen delice koşmak istersiniz ama yine başkaları “tuhaf” nitelendirir gerekçesi ile hızlı yürüyemezsiniz bile… Pleasantville bu kapanlarda yaşayan insanların özgürlük mücadelerini anlatıyor. Tutkunun önemsendiği, uyguculuğun (conformity) eleştirildiği güzel bir yapım.

İnsan varoluşuna ait entelektüel tartışmaları seyretmek için önerilecek bir fim olmayabilir ama bence hiç değilse her üniversite öğrencisinin seyretmesi ve üzerinde düşünmesi gereken sıcak, sevimli, tebessüm ettirici bir film.

Not: Pleasantville kasabasının belediye başkanı rolündeki J. T. Walsh film gösterime girmeden önce hayatını kaybetti.

IMDB Sayfası

Nefes: Vatan Sağolsun

Yönetmen: Levent Semerci
Senaryo: M. İlker Altınay, Hakan Evrensel, Levent Semerci
Yapım Yılı: 2009, Türkiye
Oynayanlar: Birce Akalay, İbrahim Aköz, Serkan Altıntaş, Ertunç Atar, Okan Avcı, Barış Aydın, Barış Bağcı, Engin Baykal, Muharrem Bayrak, Cem Bilgin, Ekin Bulut, Hakan Bulut, Tahsin Ömer Çetin, Banu Çicek, Cüneyt Deniz, Utku Duman, Engin Hepileri, Mete Horozoğlu, Koray Kaya, İlker Kızmaz, Özgür Eren Koç, Melih Kokucu, Doğukan Polat, Doruk Şengezer, Rıza Sönmez, Ozan Tekcan, Göktay Tosun

Daha vizyona girmeden fragmanlarıyla konuşulmaya başlanan filmi dün (1 Kasım 2009) izleme şansım oldu. Üzerine çok konuşulan ve bir anda popüler olan filmleri genelde olumsuz bir önyargı ile seyrederim, bu film, de aynı olumsuzlukla seyretmeye başladığımı itiraf etmeliyim. Genelde Türkiye’de çekilden kahramanlık, askerlik gibi konuları işleyen filmler çok fazla mesajla ve propagandayla dolu olur. Korkum bu filmin de aynı tuzağa düşmesiydi. Açıkcası yanılmışım.

Filmin ilk yarısı ve özellikle de ilk 25 dakikası çok etkileyici. Hem dağların ve doğa şartlarının görüntüsü hem de “…uyursan ölürsün” sloganı ile filmi seyredenlere daha ilk dakikalarda “beni iyi izleyin” diyen Mete Horozoğlu’nun (Mete Yüzbaşı) performansı, sıradan bir Türk filminin üzerinde bir şeyler seyredeceğinizi hemen gösteriyor. Birkaç istisna haricinde oyuncuların gerçek isimleri ile rol isimleri aynı. Başka filmlerde görmediğimiz yüzlerin bu film için seçilmiş olması bence çok zekice. Karakterler çok doğal, çok normal, çok bizden. Her bir askerin hayat hikayesi çok detaylı anlatılmasa da, onların neler yaşadığını daha da önemlisi arkalarından neler bıraktıklarını hissettiriyor film size. Sevgilisinin onu terk edeceğinden korkan asteğmenden, babasının annesine yaptıklarına isyan eden ere kadar her bir karakter çok canlı ve gerçek. Mete Yüzbaşı’nın yaralı teröriste pek de insanca davranmıyor olması bence filmin kırılma noktalarından birisi. Mesaj verme kaygısı olan bir filmde sanırım daha “uygar” davranan bir Yüzbaşı görürdük. Mete Yüzbaşı’nın dağlarla kurduğu duygusal ilişki ve varoluşunu orada bulunmaya bağlaması sanırım duygusal açıdan sarsıcı bölümlerden birisi. Doğal olarak beklenen çatışma sahnelerin kurgusu da çok iyi ayarlanmış ve beklenmedik sonlarla dolu. Gerilimin en yüksek noktaya çıktığı final sahneler ile film istediği etkiye ulaşıyor.

Kısacası, pek de beğenmeyeceğimi düşündüğüm bu filmi kaçırmamış olduğum için çok mutluyum. Özenli bir çalışma olduğu her ayrıntısından anlaşılıyor. Demek ki bir filmi “3 ayda çekeriz” gibi anlamsız ve gerçekdışı beklentiler olmadığında Türkiye’de de güzel filmler yapılabilirmiş.

IMDB Sayfası
Filmin İnternet Sitesi

Elegy (Aşk Peşinde)

Yönetmen: Isabel Coixet
Senaryo:
Philip Roth ve Nicholas Meyer
Yapım Yılı:
2008, ABD
Oyuncular:
Penelope Cruz, Ben Kingsley, Dennis Hopper, Patricia Clarkson, Peter Sarsgaard, Deborah Harry, Charlie Rose, Antonio Cupo, Michelle Harrison, Sonja Bennett, Emily Holmes, Chelah Horsdal, Marci T. House, Alessandro Juliani,

Hemen belirtmek gerekiyor ki filmin adını (Elegy), Aşk Peşinde olarak çevirmek büyük bir haksızlık. Öncelikle, Aşk Peşinde ismi ile filmde yaşananlar arasında direkt bir ilişki yok; hatta filmin ağırlığını kaldırmıyor diye düşünebiliriz. Aşka Ağıt, örneğin, daha iyi bir isim olabilirdi. Film, Philip Roth’un Türkçe’ye Ölen Hayvan (The Dying Animal) isimli kısa romanından uyarlanmış. Kitabı da okuma şansım olduğu için ikisi arasındaki farklılıkları da görme şansım oldu.

David Kepesh (Ben Kingsley), ünlü bir edebiyat profesörüdür. Yıllardır yalnız yaşayan bu boşanmış adam günlük ilişkilerle hayatanı devam ettirirken eski bir öğrencisine (Consuela Castillo; Penelope Cruz) aşık olur. Ancak gerek aralarındaki yaş farkı gerekse Consuela’nın nefes kesici güzelliği bu yaşlı adamı oldukça yıpratır. Aşık olmamak için direnirken aynı zamanda da deli gibi aşık olan bir adamın çaresizliği filmin başından sonuna kadar izleyenleri hüzünlü bir duygudurumuna sokuyor. İşin ilginci, her ne kadar Kepesh, terkedileceği korkusu yaşasa da Consuela ona çok bağlıdır ve aralarındaki sorunlar Consuela’nın ondan olası sıkılmasından değil, Kepesh’in korkularından kaynaklanır. Filmi izlerken Kepesh’in korkularına hak veriyorsunuz aslında; bu açıdan Ben Kingsley’in Kepesh yorumu mükemmel. Adım adım yaşlanan ve bundan ölesiye korkan bir adamı bütün canlılığı ile görüyorsunuz. Hayran olduğum ve tanıdık gelen bir yaklaşımı var Kepesh’in; sevdiği kadını bir kadın olarak değil bir sanat eseri olarak seviyor. Herhalde çok adam böyle sevebiliyordur ve çok az kadın böyle seviliyordur. Penelope Cruz, son yıllarda benin en beğendiğim oyuncuların başında geliyor. Bu filmdeki performansı da tek kelime ile olağanüstü. Özellikle filmin son 20 dakikasındaki Consuela yorumu inanılmayacak kadar güzel.

Kitapta sert olarak tanımlayabileceğimiz diyaloglar ve olaylar filme aktarılmamış. Belki de yönetmen, bu sahnelerin filmi gereksiz şekilde erotik bir filme dönüştüreceğinden kaygılanmış olabilir. Ancak yine de başarılı bir uyarlama olduğunu kabul edebiliriz.

Hem film hem de kitap acı verici. Acıdan hoşlanıyorsanız ve yaşlanmaktan korkuyorsanız bir kere daha yüzleşmeye hazır olun.

IMDB Sayfası

Deception (Şantaj)

Yönetmen: Marcel Langenegger
Senaryo:
Mark Bomback
Yapım Yılı:
2008, ABD
Oynayanlar:
Ewan McGregor, Hugh Jackman, Michelle Williams, Bruce Altman, Andrew Ginsburg, Stephanie Roth Haberle, Christine Kan, Dante Spinotti, Karalina Muller, Agnete Oernsholt, Melissa Rae Mahon, Rachel Montez Collins, Holly Cruikshank, Deborah Yates, Bill Camp,

Amerikan sinemasının en sevdiği konulardan birisi yoğun iş temposu altında sıkılan, bunalan ve sosyal ilişkilerini kaybeden insanların yaşamlarıdır. Türkçe’ye Şantaj ismiyle çevrilen Deception, hayatını hesaplar arasında geçiren bir muhasebeci olan ve arkadaşı olmayan Jonathan (Ewan McGregor) etrafında şekilleniyor. Bir akşam ofisinde tanıştığı Wyatt Bose (Hugh Jackman) ona bilmediği erotik bir dünyanın kapısını açar. Kendisi gibi yalnız olan ve uzun süreli ilişkiler için vakti olmayan kadınlarla tanışmaya başlar. Ancak kadınlardan birisi, S (Michelle Williams) onu derinden etkileyecektir…

Filmin kurgusu oldukça ilgi çekici. Yavaş yavaş artan gerilimi, tahmin edilebilir sonuna rağmen yine de etkileyici. Hugh Jackman, performansı ile ön plana çıkarken, Michelle Willliams‘ın da gizemli S rolü için harika bir seçim olduğunu eklemeliyim. Ewan McGregor, benim çok beğendiğim bir oyuncu değildir ama sanırım o da bu film için seçilmiş en uygun aday. Film, yönetmeninin ilk denemesi.

Çok büyük etkiler yaratacak bir film olmasa da, eğer TV’de karşılaşırsanız seyretmeden geçmeyin derim.

IMDB Sayfası

Goin’ South (Güneye Yolculuk)

Yönetmen: Jack Nicholson
Senaryo: John Herman Shaner ve Al Ramrus
Yapım Yılı: 1978, ABD
Oynayanlar: Jack Nicholson, Mary Steenburgen, Christopher Llyod, John Belushi, Richard Bradford, Veronica Cartwright, Jeff Morris, Danny DeVito, Tracey Walter, Gerald H. Reynolds, Luana Anders, George W. Smith, Lucy Lee Flippin, Ed Begley Jr, Maureen Byrnes,

Jack Nicholson‘un yönetmenliğini de yaptığı ender filmlerden birisi ve en iyisi. At hırsızı ve banka soyguncusu olan Henry Lloyd Moon sonunda Meksika sınırı geçmek üzereyken yakalanır. Bu kanun kaçağının (kaçığının) cezası bellidir, kasabada asılacaktır. Ancak, yasalar gereği eğer bir kadın onunla evlenmeyi kabul ederse bu ceza – başka bir suç işlemediği sürece – ertelenecektir. Kasabanın güzel bekarlarından olan Julia Tate (Mary Steenburgen), kendi altın madeninde yardımcı olacağı düşüncesi ile Henry Moon’u kendisine “koca” olarak alır.

Bizim kuşağımız çocukluğunda TRT’nin Pazar günleri verdiği Western filmleri izleyerek büyüdü. O zamanki oyuncaklarımız bile Kovboy – Kızılderili mücadelesini canlandırmamız için tasarlanmıştır. Doğal olarak bu fimlerde bolca silah sesi duyulur, bazen Kovboylar çoğunlukla da Kızılderililer hayatlarını kaybederlerdi. Goin’ South, 1978 yılında yapılmış olmasına rağmen zamanın moda Kovboy filmlerinden oldukça uzak. Öncelikle, hiç Kızılderili yok (çocukluğumda genellikle onları tuttuğum için bu ayrıntı benim için biraz hayal kırıklığı oldu açıkcası). Daha da önemlisi 2 – 3 sahne dışında hiç silah sesi duymuyorsunuz. İnce bir komedi ile işlenmiş güzel bir aşk hikayesi sunuluyor bize. Jack Nicholson‘u her yaşta izlemek çok büyük bir keyif. Buna ek olarak Mary Steenburgen‘in harika oyunculuğu ve duru güzelliği de filmi sıradanlıktan uzaklaştırıyor.

Çocukluk anılarınıza keyifli bir yolculuk için izlemelisiniz.

IMDB Sayfası