Im Juli (Temmuzda)

Yönetmen: Fatih Akın
Senaryo: Fatih Akın
Yapım Yılı: 2000, Almanya
Oyuncular: Moritz Bleibtreu, Christiane Paul, Mehmet Kurtuluş, İdil Üner, Jochen Nickel, Branka Katic, Birol Ünel, Sandra Borgmann, Ernest Hausmann, Gabor Salinger, Cem Akın, Fatih Akın, Nina Lauterbach, Linda Wagner, Hans Dağlıoğlu

“…Aşkım, binlerce mil yol katettim, nehirleri geçtim, dağları aştım…acılar çektim, işkencelere katlandım, başkalarına kanmadım… güneşi takip ettim; sadece senin karşında durabilmek ve seni sevdiğimi söyleyebilmek için!..”

Stajyer bir öğretmenin (Daniel | Moritz Bleibtreu) aşkını bulmak için Hamburg’dan İstanbul’a çileli yolculuğunu anlatan film, Kustirica’nın balkan filmlerini hatırlatıyor. Juli (Christiane Paul) ve Melek (İdil Üner) arasında gidip gelen bu aşk hikayesi, çekimleri, renkleri, fotoğraf seçimleri ile Fatih Akın‘ın en iyi filmlerinden birisi. Romantik komedi olarak nitelendirebileceğimiz Im Juli, komedinin oldukça yerinde ve dozunda kullanımı ile zaman zaman cıvıtan kötü örneklerinden çok çok uzakta. İzleyen herkesin kendisinden bir şey bulabileceği, varoluşsal açıdan da mesajlarla dolu olan bu eski filmi yeniden seyretmek çok keyifli.

Filmde kullanılan müzikler de tek kelime ile harika; özellikle İdil Üner’in Hamburg’daki performansı dinlemeye değer. Mutlaka seyredin, pişman olmayacaksınız.

IMDB Sayfası

D@bbe 2

Yönetmen: Hasan Karacadağ
Senaryo: Hasan Karacadağ
Yapım Yılı: 2009, Türkiye
Oynayanlar: Muharrem Dalfidan, İncinur Daşdemir, Leyla Göksun, Deniz Olgaç, Sefa Zengin

Oynayanlar listesinde toplam 5 kişi olması sizi şaşırtmasın, üşendiğimden öyle yazmadım, gerçekten toplam 5 kişi var filmde. 2009’un son günlerinde vizyona giren bu filmin şimdiye kadar seyretmiş olduğum gelmiş geçmiş en kötü korku filmlerinden birisi. Tam bir fiyasko. Birinci filme istediği etkiyi az da olsa yakalayan yönetmen ve senarist Hasan Karacadağ, d@bbe 2’de bütün “kötü film” kurallarını zorluyor. Aslında oldukça ilginç ve merak uyandırıcı bir sahne ile başlayan film, daha sonra tek mekan içerisinde toplam 5 kişinin çığlıkları ile devam ediyor ve öyle de bitiyor. Orijinallikte uzak, sadece yüksek ses kullanarak seyirci heyecanlandırma yolunu seçen, Japon korku filmlerinin kötü örneklerine benzeyen bir film. TV’de bile seyretmeye değmez.

Oyuncular için de birkaç söz söylemek isterim. Film genel olarak kötü olabilir ama oyunculuk becerileri filmden de kötü. Bence özellikle genç oyuncular bu film ile kendi kariyerlerini de sonlandırmış oldular.

IMDB Sayfası
Filmin Resmi İnternet Sitesi

Yahşi Batı

Yönetmen: Ömer Faruk Sorak
Senaryo: Cem Yılmaz
Yapım Yılı: 2010, Turkiye
Oynayanlar: Cem Yılmaz, Ozan Güven, Demet Evgar, Zafer Algöz, Özkan Uğur, Dilek Çelebi, Ferdi Sancar, İştar Gökseven, Mehmet Polat, Sileyman Turan, Yılmaz Göksal, Uğur Polat, Cansu Dere, Tuncay Özinel, Mazlum Çimen, Demet Tuncer, Graham Hoadly, Kaan Öztop, Muhittin Korkmaz, Tevfik Yapıcı, Ali Tınaz, Güneş Seven, Deniz Özarman, Levent Niş, Oktay Doğanay, Mustafa Saraçoğlu, Birkan Tınmaz, Cüneyt Ballı, Adnan Kürkçü, Janbi Ceylan,

Benim için tam bir hayal kırıklığı olan A.R.O.G‘dan sonra yeniden bir Cem Yılmaz filmi seyretmek aslında oldukça riskliydi. Oyuncular arasından Demet Evgar‘ın olmasının yarattığı olumlu etkiyle yine de seyretme kararı aldım. 1881 yılında dönemin Amerikan Başkanı’na, Osmanlı Sultanı’nın hediyesini götürmekle görevlendirilen Aziz Efendi (Cem Yılmaz) ve Lemi Bey (Ozan Güven) kendilerini bir anda Vahşi (Yahşi) Batı’da buluverirler. Film bu iki kafadarın kaybettikleri hediyeyi ele geçirmek için yaşadıkları macera üzerinde şekillenir…

Filmin hemen başlarında, diyaloglar hem Türkçe hem de İngilizce (Türkçe alt yazılı). Aziz Efendi ve Lemi Bey kendi aralarında konuşurlarken Türkçe, ama Amerikalılarla konuşurlarken İngilizce diyalog kuruyorlar. Ancak çok kısa bir süre sonra – yarı mizahi bir şekilde – tüm diller Türkçe oluyor. Aslında keşke başladıkları gibi devam etselerdi diye düşündüm. Teknik olarak belki biraz daha fazla uğraşmaları gerekecekti ve belki bazı oyunular için de sonradan seslendirme yapmak zorunda kalacaklardı ancak Türkçe – İngilizce birlikte devam etmesi filmi daha da orijinal yapardı diye düşünüyorum. Burada biraz kısa yol seçilmiş gibi.

Filmin ikinci problemi zaman zaman karşımıza çıkan zorlama espiriler de. Her nedense her cümle kalıbının içerisine mutlaka mizahi bir unsur yerleştirmek istenmiş ve bu bazen sıkıcı olabiliyor, mizah daha çok sözel olarak karşımıza çıkıyor, görüntüye dayalı mizahi öğeler ise biraz kısır. Bazı mizahi zorlamalar ise gerçekten çok uzadığı için artık etkisi kaybediyor (örn., “Chuck / Çak”, “…daha büyük şeyler olacak”, vb.). Cem Yılmaz, yazdığı senaryoları biraz aceleye getiriyor gibi. Genel olarak bakıldığında hikayenin bütünü ve anahtar noktaları mükemmele yakın ama ayrıntılarda kayıplar var. Belki de – eğer öyle yapmıyorsa – iyi bir kurgu ekibi ile birlikte çalışmalı.

Bu eleştiriler film “kötü” izlenimi doğurmasın. Özellikle çekimler, kostümler, efektler açısından gerçekten ortalamanın üzerinde bir film. Oyuncular; özellikle Cem Yılmaz, Ozan Güven ve Demet Evgar harika bir performans gösteriyor. Sadece bunun için bile izlemeye değer.

IMDB Sayfası
Filmin Resmi İntenet Sitesi

My Life Without Me (Bensiz Hayatım)

Yönetmen: Isabel Coixet
Senaryo: Isabel Coixet ve Nanci Kincaid
Yapım Yılı: 2003, İspanya
Oynayanlar: Sarah Polley, Amanda Plummer, Scott Speedman, Leonor Watling, Deborah Harry, Maria de Medeiros, Mark Ruffalo, Julian Richings, Kenya Jo Kennedy, Jessica Amlee, Esther Garcia, Camille Martinez, Maria Cami, Deanne Henry, Gillian Barber

“…Bu sensin. Yağmurda gözler kapalı. Böyle bir şey yapacağını hiç hayal etmezdin. Kendini hiç böyle görmemiştin. Bunu nasıl tanımlayacağımı bilmiyorum. Bu, tıpkı aya basan o insanlardan olmak gibi. Ya da saatlerce günbatımını seyreden biri olmak gibi. Sanırım ne tür insanlardan bahsettiğimi biliyorsun. Belki bilmiyorsun. Her neyse böyle biri olmak hoşuna gidiyor. Soğukla savaşmak… Suyun ıslaklığını tişörtünde hissetmek. Islaklığın tenine işlemesini hissetmek. Ve toprağı hissetmek. Ayaklarının altında büyüyen yumuşak otları ve… o kokuyu. Yapraklara çarpan yağmur damlacıklarının sesini. Okumadığın kitaplarda sözünü ettikleri tüm şeyler… Bu sensin. Kim tahmin edebilirdi? Sen…”

Yukarıdaki cümleler 17 yaşında evlenen, 18 ve 19 yaşındayken iki kez çocuk sahibi olan, evlendiği kocası ile bir karavanda yaşamayı seçen bir kadının cümleleri. Üçüncü çocuğuna hamile olduğunu düşünüp hastaneye gittiğinde rahim kanseri olduğunu ve sadece 2 – 3 ay ömrü kaldığını öğrenir. Bu cümleler, “Neden ben?” sorusuna verilen yanıtlar olarak filmin başında karşınıza çıkıyor. Ann (Sarah Polley) ve kocası Don (Scott Speedman) mutlu bir evlilik sürmektedirler ancak Ann’in o henüz 24 yaşındayken kendisini yakalayan hastalığı Ann’in dünyaya bakış açısını değiştirecektir. Beklenenden farklı olarak Ann bu olayı ne kocasına ne de herhangi bir başka bir kişiye söylemeyi tercih etmiyor. Onun yerine kendisi için ölmeden önce yapılacaklar listesi çıkarıyor. Çocukları için sesini kaydetmekten, kocasına yeni bir eş bulmaya ve başka bir adamla aşk yaşamaya kadar hemen her şey bu listenin içerinde var…

Yönetmen Isabel Coixet, bu dramatik öyküyü daha da acıklı bir hale getirmekten özellikle kaçınmış gibi. Bildik, klişe sahneler ya da diyaloglar yok. Seyirciyi ağlatarak etkilemeyi düşünmemiş bile, onun yerine daha kuvvetli mesajlar, etkili çözümlemeler ve harika oyunculuklarla büyüyen duygusallık var. Ölümü anlatırken aslında yaşamın da ne kadar önemli olduğunu ince ince zihninize dokuyan bir film. Arşivinizde mutlaka bulunmalı.

IMDB Sayfası

Avatar

Yönetmen: James Cameron
Senaryo: James Cameron
Yapım Yılı: 2009, ABD
Oynayanlar: Sam Worthington, Zoe Saldana, Sigourney Weaver, Stephen Lang, Michelle Rodriguez, Giovanni Ribisi, Joel Moore, CCH Pounder, Wes Studi, Laz Alanso, Dileep Rao, Matt Gerald, Sean Anthony Moran, Jason Whyte, Scott Lawrence

James Cameron, 14 yıllık hayalini sonunda Avatar ile hayata geçirmeyi başarmış gibi görünüyor. Üç boyutlu görsel bir şölen olan Avatar uzun süre seyredenlerin aklında kalmaya aday bir film.

Dünyada ortaya çıkan enerji krizinin çözülmesi için Pandora’ya giden büyük bir şirket buradaki enerji kaynaklarını dünyada pazarlamayı düşünmektedir. Ancak Pandora’nın yerel halkı Na’viler şirket için önemli bir engeldir. Zehirli atmosferden etkilenmemek için geliştirilen Avatar programı ile insanlar günün büyük bir bölümün Na’viler arasında geçirebilmekte, böylelikle onlarla ilgili daha çok bilgi de alabilmektedirler…

Film, eski bir asker olan ve Avatar programı ile Na’vilerin arasına karışan Jake Sully (Sam Worthington) etrafında dönüyor. Tekerlekli sandalyeye mahkum olan Jake Sully, Avatar programı sayesinde ayaklarını kullanabilen bir Na’vi görüntüsünde halkın arasına karışır. Doğal olarak onu sevenler, nefret edenler tek tek ortaya çıkarlar. Filmin, Pandora ile ilgili olan görüntüleri gerçekten muhteşem. Renk seçimleri, 3 boyut etkisi ve animasyonlar mükemmel. Seyrederken kendinizi Pandora’nın içinde bulmanız, dahası orada olmayı istemeniz kaçınılmaz.

Na’vilerin selamlaşma ve sevgilerini gösterme için kullandıkları temel cümle “I see you | Seni görüyorum“, bence filmin sloganı olmalıymış. Bu kısacık cümlede hem film açısından hem de bizlerin yaşantısı açısından çok büyük anlamlar var. Pandora’da yaşayabilmek için görmek zorunda olmanız, diğer canlılara (bitkiler dahil) aslında bağlı varlıklar olduğumuzun farkındalığı çok iyi işlenmiş. Bir bütünün parçası olma fikri Avatar’ın temel mesajı olarak karşımıza çıkıyor. James Cameron, senaryo konusunda gerçekten de çok iyi çalışmış. Filmin tek sıradan yönü, kötü adamların gerçekten kötü olması ve bu konuda klasik film örgüsünün dışına çıkılmaması. Ancak, özellikle teknik açıdan sıradışı bir film. 2009’un son günlerinde vizyona giren bu film, 2009’un filmi olmaya aday.

IMDB Sayfası
Filmin Resmi İnternet Sitesi